Sükût-u siyâsiyyem ve mülâhazât-ı felsefiyyem...

Yasal zorunluk olmasa bile seçim günleri seçim üzerine yazmak doğru değildir. Kaldı ki seçmen zâten karârını vermek için sandık başına gideceği en son sâniyeyi beklemez. Herkes kimi tuttuğunu bildiğine nazaran bu bağlamda söylenebilecek tek şey, bir kere daha, oy verme imkânına sâhib her yurddaşın BEHEMEHÂL oyunu kullanmasını ricâ etmekden ibâretdir.

Beni kırmayacağınızdan emînim... Kolay gelsin!

***

Denke ich an Deutschland in der Nacht,

 dann bin ich um den Schlaf gebracht.”

...der bir Alman şâiri:

“Ne zaman düşünsem Almanya’yı geceleri,

 Uykum kaçar bir daha gelmez geri.”

Ânında, irticâlen tercüme!!!

Ulan, diyorum, bende cevher var ama tembelim, tembel...

Oysa kaç çalışkan arkadaşım var meselâ ama onlarda da cevher yok.

Öyleyse neden onlarla arkadaşlık ediyorsun diye soracak olursanız, hoşuma gidiyor onları çalışırken seyretmek ve bu arada tefelsüf eylemek.

Hıngır hıngır ömür boyu deli danalar gibi koşuştur dur, peki, sonra?

Sonrası hiç...

E, ben zâten daha şimdiden o noktadayım...

Fakat benim bu Alman şâirini (Heinrich Heine, 1797-1856) durup dururken bugün hatırlamamın bir sebebi olsa gerek.

“Ben ne zaman düşünsem Türkiye’yi,

Hatırlarım onda kalan herşeyi.

Artık kimse istemese de bilmek,

Osmanlı yaşamak, Osmanlı ölmek...”

Sürgün günlerinde döktürmüş Menfur Bey bu mısrâları.

Rahmetliyle hayli mubâhase ve musâhabelerimiz olmuşdu o Paris yılları.

Derdi ki “Azîz Beyefendiciğim, bakınız bizim münevverlerimiz ikiye taksîm olunur; bir, hiç bir şeyi beğenmeyenler ve iki, herşeyi beğenenler ki bunlarumûmiyyet îtibâriyle aynı şahısda tezâhür ederler. Bir nevi’ skitsofreni anlayacağınız. Bu nasıl olur, efendiciğim, şeklinde suâl edecek olursanız, bal gibi olur! Bu mevzû-u bahs eylediğim eşhâs-ı muzırra, ki ben kendilerini bâzen ‚haşerât-ı milliyyemiz’ diye de tesmiye ederim, şâyet Türkiyyamız ile münâsebetdâr bir husus açılırsa hiç birşeyi beğenmezken, Frenklere mütedâir ne varsa, her türlü muzahrafât da dâhil olmak üzere, hepsini gözlerini dahî kırpmaksızın göklere çıkarmakdan zerre kadar imtinâ etmezler, edemezler! O kuruyacısa huyları böyledir zîrâ! Ağzınızla kuş tutsanız bu fikr-i sâbitlerinden bir nebze inhirâf etdiremezsiniz...”

- İyi ama bunları ne yapmalı?

- Yapılacak birşey yok. Tahammül edeceğiz. Bu enferiyorite kompleksi bizlere Tanzîmât ile musallat olmuş bir belâ-yı azîmedir ki tedâvîsi, hiç değilse şimdilik gayrı- kaabil-i imkân görünüyor

Benim Menfur Bey’le sohbetlerim uzun hikâyedir. Bir gün elim değerse bir kitab hâline getirmeyi bile düşünürüm arasıra.

Türkiye hakkında pek de ümidvâr değildi.

Herhalde bir bildiği vardı.

Ama bizler yine de kendimizi nevmîdîye kaptırmaksızın isterseniz yine benim bir bakıma mânevî ağabeyim sayılabilecek Yahudi asıllı Heinrich Heine’nin aynı şiirinden şu mısrâlarla son verelim bu pazar yazımıza:

“Deutschland hat ewigen Bestand!

 Es ist ein kerngesundes Land.”

“Almanya ebedî, aslâ devrilmez!

 Haşmetlidir, harâbeye çevrilmez!”

Tasavvur buyrulsun, bunu yazan Yahudi!

Ondan sonra sen tut altı milyonunu gazla!

Alman aklı işte...