Şükran Mursi... Şükran Kesiyran Ya İhvan...

3 Temmuz 2013 akşamını, “Mısır’daki Darbe” şeklinde geçti haber ajansları. Nil ki Cennetten sarkmıştır yeryüzüne... Nil ağladı, bizler ağladık, Cennetin parmak uçları ağladı. Ramazan arefesinde, Hz. Musa’ya Mısır’ı dar eden firavni güç, Mursi’yi ve diktatörlerine itiraz eden milyonlarca Mısırlıyı, bir kez daha esir aldı. Nasıl ağlamayız!

Yiğit adam Mursi, Nil’in cesur ve kederli evladı, kendisini tutuklayan onursuz cuntacıların arasında götürülürkenki son resminde, dudaklarında acı bir tebessümle...

Taksim provasıyla Tahrir darbesinin benzeştiğini söyleyenler haksız değil. Sandık her şey değildir zihniyetinden hayat tarzı tartışmasına kadar, inançlı olmak adeta cezalandırılması gereken bir suça, inanan kimliğiyse adeta imha edilmesi gereken bir düşmana dönüştürülürken soralım: Bu, niçin böyle?  

Ne olacaktı ki? Ne bekliyorduk? Hak ile Batılın mücadelesinde bu iş hep böyle gider. “Bu böyledir...” Hak yapmaya çalıştıkça, Batıl yıkmaya azmedecektir.

Peki bu hep böyle sürüp gidecekse, hep “bu böyledir”se... Var olmanın anlamı nedir?

O devasa ve özsel “Böyleliğin” içinde, senin ne yaptığındır, nerede durduğundur asıl iş, asıl dava.

O küçücük ve çoğu kez çaresizliğe yakın duran o daracık yerinin.. Var ile yok arasındaki o küçücük kımıltının.. Devletlerin büyük küresel siyasetleri ve muktedirlerin büyük parasal güçleri, ince ince dokunmuş stratejiler ve toplum mühendisliklerinin yanında, belki bir ufak kelebeğin kanat çırpınışları kadar naif o kısa duruşunun... Anlamı nedir, bir düşün... 

Nil’in, Dicle’nin, Fırat’ın, Seyhan ve Ceyhan’ın esmer çocuklarının anlamı nedir?

Allah.. dersin. Şahdamarından da yakındır bana. Kitaplar.. dersin, kıyamazsın harflere, öpüp de alnına koyarsın Söz’ü. Meleklere inanır, beklersin Cebrail ile diğer arkadaşlarını. Nil Nehrinden çıkan Musa’ya, babasız Mesih’e, anası gibi kendisi de kuru ekmek yiyen El-Emin’e selat ve selam üzerlerine deyip sanki az evvel gözünle görmüş gibi inanırsın, isimleri geçen her mecliste derhal derlenip toparlanır, birazdan sanki öğretmen işte sınıfa girecekmiş gibi heyecanlanırsın.. hayat; defterindeki ev ödevidir sanki, vakti gelince Başöğretmene gösterilecek... Ve.. Ahiret dersin, kafesteki bir kuş gibi boynunu büküp, gideceğin bilgisine, dönüşe razı gelirsin... Takdir.. deyip, idama bile tebessümle gidersin...

“İslam garip geldi, garip gidecektir” der arifler.

Senin anlamın bu garipliğinde güncellenir işte dostum. Her seferinde yeniden, yıkıldıkça yapılırsın, yenildikçe dikilir, kaybettikçe doğrulur, yandıkça küllerinden doğarsın. Yeniden.

Senin anlamın nedir?

Meselelerin, olguların ve olayların karşısında; senin o küçük, o kısa, o anlık duruşundur, tercihindir varoluşunun anlamı. Devasa dalgalara rağmen haksızlığa boyun eğmeyen o duruştur seni “fert” kılacak olan... Yoksulları, yetimleri, dulları, hastaları, yolcuları, öğrencileri, öğretmenleri, ihtiyarları, çocukları, güçsüzleri, çaresizleri, kediyi, köpeği, kurdu, kuşu, suyu, rüzgarı, sofralardan arta kalan kırıntıları sensin bitiştirip “cem” kılacak olan.

İşte şimdi toplanma zamanı... Cuntacıların ekmeğine yağ süren şaşkın kardeşim sen de gel! İkbalden başı dönmüş unutkan kardeşim sen de... Hatalarımıza üzüntüyle, eksiğimiz kusurumuzla bizler de gelelim...

Haydi toparlanalım şimdi. Allah, yerlere ve göklere “isteyerek veya istemeyerek, gelin” buyurdu da, Yer ile Gök, her ikisi de “isteyerek”, “derhal” geldiler. Haydi toparlanalım şimdi. İsteyerek ve derhal geldik diyelim. Aramızdaki nizaları, dünyevi kaygıları, parçalanmışlıkları, sudan bahanelerle kurduğumuz küslükleri, kırgınlıkları, rekabetleri, uzlaşmazlıkları, bölünmüşlükleri terk ederek... LEBBEYK, Buyur Allahım! Diyerek, birleşelim. Nil’den yükselen feryat, tevhidin sancağı olsun... Yer Gök kardeşlik olsun!

Bize İNSAN olmanın anlamını yeniden öğrettiği için MURSİ’ye..

İNSAN ONURU’nu hatırlattıkları için İHVAN-I MÜSLİMİN’e gönül dolusu ŞÜKRAN ile...