Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

‘Super güçlerle siyaset, canavarla aynı yatağa girmek gibidir’

Erdoğan- Trump’ arasındaki son telefon görüşmesinin muhtevâsı üzerine,  tarafların birbirini nakzeden beyanları, aradaki güven bunalımını daha da derinleştirmekte..

*** 

40 yıl öncelerde bir tarihî eserde okumuştum, Sultan Fatih zamanında Avrupa başkentlerinde bir toplantı yapılacağı zaman, Avrupalı krallar,  ‘toplantı mekânının herhangi bir yerinde Sultan Fatih’in ‘casus’ları olmaya..’ diye etrafı iyice arattırırlarmış.. 

Bu bilgi doğru mudur, yanlış mıdır; ayrı mes’ele.. Ama, istihbarat faaliyetinde bulunmayan bir devlet zâten güçlü bir devlet değildir ve başka güç odaklarının tuzaklarına düşmek durumunda kalır.   

***  

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nce yayımlanan bir kitapta, Osmanlı Arşivi'nden seçilen ve Divân-ı Hümâyun sicillerinin önemli bir bölümünü teşkil eden Muhimme Defterleri’nden seçilen 150’den fazla istihbarat  örneklerine yer verilmiş.. 

Osmanlı’da casusların ‘lisan bilir, sözüne güvenilir, tecrübeli, dirayetli, ince görüş ve sezgi sahibi, anlayışlı, becerikli ve iş bilir, dünya ahvalinden haberdar, düşmanı tanıyan, kulağı delik, dostluk ilişkileri gelişmiş, meslekleri gereği dolaşmaya, kulak misafiri olmaya ve gizli işler çevirmeye alışkın, her türlü kılığa bürünebilen kurnaz kişiler’ olmasına dikkat edildiği de belirtilmiş.. 

Söz konusu kitaptaki belgeler arasında, özellikle, ‘Osmanlı Devleti'nin dış istihbarat faaliyeti üzerinde yoğunlaşılan ülkeye yönelik bilgi temini ve o ülkede şayialar çıkararak, karar mekanizmalarını etkileme ve çalışamaz hale getirme şeklinde yürütüldüğü; ‘taht kavgasında 2. Bâyezid’e yenilip Avrupa devletlerinin eline düşen Cem Sultan’ın takibi için Avrupa'ya casus gönderilmesi; yakalanan İspanya casusunun, İstanbul'a ve Boğaz hisarlarına yönelik saldırı ve sabotaj girişimleri için yapacağı istihbarî çalışmalara dair verdiği bilgiler; Kırım-Azak Kalesi süvari casuslarının kayıtları; ateşe tutulduğunda yazıları ortaya çıkan kağıtların ele geçirilmesi; Osmanlı Devleti'nin Avrupa devletlerinin yaptığı gibi maaşlı casus istihdam etmesi teklifi  vs. gibi konular daha bir ilginç olsa gerek.. 

*** 

Bu vesileyle bir konuya da değinilmeli herhalde.. 

Osmanlı Hariciyesi’nin mütercimleri uzuun asırlar, -elbette istisnaları varsa da-, genelde Fenerli Rûm Beyleri, Yahudi veErmeni vs. gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarından oluşuyordu ve devletin güçlü ve nasyonalist cereyanların da güçsüz olduğu dönemlerde onlar daha sâdıkâne çalışabilirlerdi belki.. Çünkü, her dil veya inanç grubu için bir ayrı devletin olması gerektiği şeklindeki ‘ulus-devlet’ anlayışı henüz Avrupa’da da yeni yeni şekillenmekteydi.  

Ama, hem bu cereyanın yeşermeye başladığı ve Osmanlı’nın güçsüzleştiği dönemlerde, bu gibi unsurların ve müzakerelerdeki tercümelerde ve antlaşma metinlerinin yazılışında kullandıkları uslûp ve terimlerin Osmanlı’ya ne kadar pahalıya mal olduğuna dair tarihte pek çok örnekler vardır. Osmanlı’da yabancı dilleri öğrenmek konusunda sistematik bir devlet eğitimi ya hiç yoktu, ya da çok sınırlıydı. 

***   

Bugün, problem çok daha farklı.. Yığınla insanımız var, özellikle ingilizce, fransızca ve -son elli yıldır da milyonlarca işçilerimizin çalışması dolayısıyle-  almanca vs. gibi dilleri iyi derecede konuşup yazabilen pek çok vatandaşımız var, ama, özellikle resmî tercüme işlerinde bu insanlar tarafların mesajlarını nasıl yansıtabileceklerdir?  

Çünkü o dilleri öğrenenlerden ne kadarı onların dünya görüşlerine bağlanmamışlardır? Bizim Hariciye’miz, büyük çapta hâlâ da ‘monşer’lerin elindedir.   

***   

Bugünkü iletişim teknolojisinin imkânları içinde bütün yazışmalar ve bilgiler zâten önce Amerika’daki merkezlerden geçmekte.. Ayrıca, bir dilin kelimelerinin telaffuzu, ses tonu, mimikler, ironik mi, ciddî mi söylendiği konuları daha bir başka..   

***   

İsmet Paşa, ‘Bakanlar Kurulu’nda en gizli konuları konuşup çıktıktan sonra, Amerikan B. Elçisi’nin kapıda beklediğini görür ve bana, içerde konuştuğumuz konularda devletinin görüşleri iletirdi’  diye hayretlerini ifade eder ve ‘Super güçlerle siyaset, canavarla aynı yatağa girmek gibidir’ derdi.