Sürecin neresindeyiz?

Hükümet, Öcalan tutanaklarındaki sızmaya ve BDP’den gelen yersiz ve gereksiz açıklamalara rağmen barış görüşmelerinde ısrarlı görünüyor. Hedef, önce silahlı militanları sınır dışına çıkarmak, ardından da terörü kalıcı olarak bir yöntem olmaktan çıkarmak. Hedefler çok doğru... Toplumun terörü bitirmek hedefi konusunda tam desteği var. Ancak yöntem de hedefler kadar önemli.

Doğru hedefler için bazen öylesine meşakkatli bir yoldan geçersiniz ki, aldığınız darbeler hedeflerinizi bile zorlayacak kadar ağır olabilir. Önümüzde en az 3 sandığın durduğunu, seçim ortamlarının istismarlara ve kutuplaşmalara en uygun zeminler olduğunu hatırlayacak olur isek, herkesin çok daha sorumlu davranması gerektiğini de biliriz.

Özellikle BDP bundan sonraki dönemde görüşmelerin içeriği konusunda daha az konuşmalıdır. Diğer taraftan BDP, kendi taraftarlarını sürece ikna etmeli, karşıt kesimleri ise kışkırtmamalıdır. Demokratik Açılım günlerinde sorumluluklarını yerine getiremeyen BDP, İmralı Süreci’ni de harcar ise kendisini göstermek için belki de üçüncü bir şansı olmayacaktır.

Medya önünde olmaz

Devlet kanadına gelirsek, düğün dernek kurar gibi teröristlerle görüşme olmaz. Görüşmelere İmralı ile başlanması elbette doğruydu, ancak Öcalan’ın görüşlerini BDP’ye, Kandil’e ve Avrupa’ya yine BDP’li milletvekillerinin taşıması tercihi kanaatimce isabetli bir tercih değildi. Burada aracı olan kişilerin tarafsız ve herkesin saygı duyduğu isimler olması gerekirdi. Bunu başından beri ifade ettim. Dahası bu tür ziyaretler gizli tutulmalıydı. Herkes Öcalan tutanaklarının sızmasını eleştiriyor, ancak BDP’li milletvekillerinin Öcalan ziyareti, ardından arkalarında medya ordusu olduğu halde Kandil ziyaretleri de sızdırma kadar riskli bir iş oldu.

Bu tabloya bakıldığında görüşmelerin aleni hale getirilmesi ile PKK üzerinde bir kamuoyu baskısı yaratılmaya çalışılıyor olabilir. Gerçekten son günlerde oluşturulan ‘barış geliyor’ havası PKK’yı belli bir baskı altına alıyor. Hiçbir taraf görüşme masasından kaçan olmak istemiyor. Demokratik Açılım’da PKK, devletin ortaya koyduğu görüşme masasına oturmayı reddetmişti, hatta masayı KCK militanları aracılığıyla tekmeleyip tersyüz hale getirmişti. Bugün PKK o masayı kolayca terk edebilecek rahatlıkta değil. Ancak bu kadar şeffaflık özellikle karşı tarafta başka büyük riskleri doğuruyor.

Bu bağlamda sürecin daha ketum isimlerle sürmesinde büyük yarar var. İmralı-Avrupa-Kandil ve Ankara arasındaki trafik daha sorumlu, güvenilir ve ağzı sıkı isimlerle ve gizlice yürütülmelidir. Bu noktada yapılan “halkın gelişmelerden haberdar olma hakkı vardır” eleştirisi haksız bir eleştiridir. Halk icraatların teknik detaylarından değil, görüşmelerin sonucundan haberdar edilmeli ve nihai onayı alınmalıdır. Demokrasi halkın kendi kendisini doğrudan yönetmesi değildir, demokrasi kendisini yönetenleri seçmesi, önemli konularda onayının alınmasıdır.

Unutulmaması gerekenler

Bir de görüşmelerin şu iki basit ama hayati gerçeğin unutulmasına neden olmaması gerekir:

Bir, BDP ve PKK Kürtlerin değil, bir kısım Kürtçülerin temsilcisidir. Kürtlerin en çok oy verdiği siyasi hareket Türklerde olduğu gibi hala AK Parti’dir. PKK’ya ve Öcalan’a ‘Kürtlerin lideri’ gözüyle bakmak, böyle bir algıya neden olmak büyük felaketlerle sonuçlanabilir. Şu anda Türklerin büyük çoğunluğu gibi, Kürtlerin büyük çoğunluğu da PKK’ya aynı gözle bakmaktadır.

İki, Öcalan hala onlarca yıl sürmüş terörün baş sorumlusudur ve PKK hala dünyanın en büyük terör örgütüdür.

Son olarak, yarın süreç sona erecekmiş gibi hazırlıklı olunmalı, yarın sonuç alınacakmış gibi de barış için gayret sarf edilmelidir. Başka bir deyişle ihtiyat ve iyimserlik elden bırakılmamalıdır.