Süreç’te unutmamamız gerekenler

Hükümet ısrarla terör, Güneydoğu ve Kürt sorunlarını çözmeye çalışıyor. Bunun için hemen her araç kullanılıyor: hukukun zorlayıcı gücü, ekonomik enstrümanlar, insan hakları alanında reformlar, dış ilişkiler ve genel olarak siyaset bunlardan bazıları.

‘Barış süreci’ aslında söz konusu sorunları çözmede daha çok siyasi araçları temsil ediyor. Devlet, ekonomik, yasal ve güvenlik önlemlerini siyasi araçlarla taçlandırmak istiyor. Nihai hedef terörden sonsuza dek kurtulabilmek.

Niyetler halis, çabalar takdire şayan... Süreçte eksikler ve hatalar yok mu derseniz, var elbette. Bunların bir kısmını “aman sürece zarar vermeyelim” kaygısıyla insanlar söyleyemiyor. Terörden ve kardeş kavgasından o kadar çok çektik ki “sürece zarar gelmesin, aman bu iş bitsin” diye adeta nefeslerimizi tutuyoruz. Ancak aynı hassasiyetleri başka kesimlerin göstermemesi ölümcül riskleri beraberinde getirebiliyor.

Risklerin başında ise süreci kullanarak PKK’yı meşrulaştırma çabaları geliyor. Örgüt ve BDP ‘barış’ ve ‘diyalog’ perdesi arkasında örgütü meşru bir direniş girişimi olarak yansıtabiliyor. Oysa ki görüşmelerin de sürecin de var olma nedeni PKK’nın terör örgütü oluşudur. İmralı’yla görüşülüyor, çünkü orada yatan kişi terörün ana sorumlusu... Kandil ile bir süreç yürütülüyor, çünkü Kandil’dekiler terör suçlusu insanlar. Başka bir deyişle eğer süreç terörü bitirmek içinse bunun doğal sonucu olarak karşınızdaki muhatabınız da terör örgütüdür, teröristtir. PKK terörist değilse, meşru bir örgütse, bu konuda bir sorun yoksa terörü bitirmek için neden onunla görüşesiniz ki?

Diyeceğim o ki, süreç boyunca unutulmaması gereken en önemli gerçek şiddetin ve terörün meşru bir yöntem olmadığıdır. Süreç teröristlerin isim değiştirerek siyasete girmesini değil, terörün sona erdirilmesini hedeflemektedir.

Bu bağlamda ‘süreç uyanıklığı’ yapmak, insanların barış özlemini zayıflık sayıp istismar etmek ve süreci terörü meşrulaştırmak için kullanmak barışa karşı en büyük sabotaj olacaktır.

Menderes darbeyi önleseydi

Diğer taraftan son dönemde bir takım basında Ergenekon ve Balyoz sanıklarını mağdur gösterme kampanyaları başladı. Acaba diyorum, rahmetli Adnan Menderes 27 Mayıs öncesinde darbecilerin yargılanmasını sağlasaydı bu gazetelerimizin manşetleri nasıl olurdu? Ya da 11 Eylül gecesi başta Kenan Evren olmak üzere, yüzlerce subay tutuklansaydı, şanlı medyamız o zaman neler yazardı? 11 Eylül günü tutuklanacak bir Kenan Evren’e suçu sorulsaydı herhalde vereceği cevap “suçumu bile bilmiyorum hâkim bey, ben sadece işimi yaptım” olacaktı.

Elbette sanıkların da aileleri var, elbette yargılanmak can acıtıcı bir iş. Ama unutmayınız, Menderes’in de bir ailesi vardı, ölesiye işkence edilen diğer Demokrat Partililerin de. Ve yine unutmayınız ki bir kısım darbecilerin 12 Eylül öncesinde yargı önüne çıkarılamaması nedeniyle idam edilen, işkencelerden geçen insanların da aileleri vardı. 28 Şubat Darbesi’nin haysiyetlerini ayaklar altına aldığı, işlerinden ettiği insanların da canları ve aileleri vardı. Hrant Dink ve katledilmek istenen Danıştay üyeleri de kaya kovuğundan çıkmış yaratıklar değildi.

Umarız Ergenekon Davası bir an önce sona erer ve en adil kararlar verilir. Ancak unutmamak gerekir, bu davalarda adalet kişisel duygu istismarlarından değil, hukukun ve anayasal rejimin davanın temelinde tutulmasından geçer.