Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

Suriye Buhranı’nda şimdi de ‘İdlib’ kurban edilmenin eşiğindeyken..

Amerika-İsrail ve Rusya gibi güç odakları başta olmak üzere, Ortadoğu’lu veya Ortadoğu’daki ‘yağma sofrası’nda söz sahibi olmak isteyen ülkelerin herbiri, özellikle Suriye Buhranı’nın başından beri çok atak davranırken; kendisine sirayet etmesi muhtemel alev dalgalarının içindeki Suriye’yle 800 km.’lik uzuuun bir sınıra ve 100 yıl öncesine kadar da 400 yıllık bir bir beraber yaşanmışlığa rağmen Türkiye’nin bu konuda en temkinli davranan bir ülke olduğu kanaatimi tekrarlayayım.     

Evet, her ne kadar, Arab diyarlarındaki onlarca yıllık diktatörlüklerin ‘Arab Baharı’ denilen ‘halk patlamaları’yla devrildiği sırada, ‘stratejik derinlikle ilgisi olamayan hamâsî nutuklar çekenler olduysa da, Türkiye o çatışma alanına askerî güç göndermemekte son derece temkinli, dikkatli davrandı.   

***

Bunları niye mi hatırlatıyorum? 

Dışsiyaset üzerine görüş açıklayanlardan niceleri, genel olarak, ‘Türkiye’nin Suriye siyasetinin çöktüğünü’ ileri sürüyorlar. ‘Fakir’ de diyor ki, ‘dışsiyaseti hiçbir devlet tek başına kendi oluşturduğu planlara göre şekillendiremiyor.’ Ve, Suriye Buhranı’na karışan bütün ülkeler siyasetlerini devamlı değiştirip dururken, Türkiye’nin eli böğründe şaşkın, bakakalması da düşünülemezdi. 

Ama, Türkiye, ilk 5 sene, bu buhrana askerî olarak müdahale etmemiştir. Son iki sene içinde geliştirdiği Cerablus ve El’Bâb’a ve 7-8 ay öncesindeki Afrin ve şimdi Munbiç’e kadar, uluslararası dengeleri gözeterek yaptığı sınırlı askerî müdahaleler de son derece hesaplı-planlı olmuş; bu buhranlı mıntıkaya İran gibi iştahla dalmamıştır. İran ise, artık inisiyatifi yitirdiğini görünce,  gelişmeleri uzaktan seyretmekte olan Putin’i Suriye’ye müdahale için ikna eden bir noktaya gelmiştir. Artık Suriye’de Beşşar Esed rejimi yok, Rusya vardır. Rusya geçen hafta, Suriye’de rejimi muhalifi olan ve bunun için ‘terörist’ sayılan 86 bin kişinin ve onların 750 kadar komutanın öldürüldüğünü iftiharla açıkladı. 

Baştan beri işin içinde olan Amerika ise, Trump’ın açık beyanıyla, ‘Bu konuyu başkalarına havale etti, Fransa’yı devreye daha yürekli girmeye’ çağırdı;  YPG / PKK gibi unsurları devreye soktu.

***

Önümüzdeki haftalarda İstanbul’da Suriye üzerine, Fransa, Almanya Rusya veTürkiye arasında,  yani İransız bir toplantı yapılacağının haberleri üzerine; İran medyasında, ‘Suriye’de binlerce kahraman evlâdımızı ve seçkin komutanlarımızı bunun için mi fedâ ettik?’ yakınmaları görülüyor artık... 

***

Ve şimdi, İdlib’in bombardıman edileceği ihtimali gündemde getiriliyor. Çünkü, Rusya, burada binlerce silahlı teröristin bulunduğundan söz ediyor. Halbuki İran, Rusya ve Türkiye arasında imzalanan Astâne Kararları çerçevesinde de İdlib ve civarının güvenliği Türkiye’ye bırakılmıştı. 

İç-savaş öncesinde 80-100 bin nüfusun yaşadığı İdlib’de şimdi, ihtiyaçları Türkiye tarafından karşılanan 3,5-4 milyon insan çadırlarda yaşıyor ve burada düzeni sağlamak için mahallî güvenlik grupları da oluşmuştur. Rusya bunları da ‘terörist’ kabul ediyor.. 

Ama, Esed rejiminin, -Rusya’nın izni olmadan- saldırması imkânsız.. Ve de, kendi sorumluluk bölgesine yapılan böyle bir saldırıya Türkiye de seyirci kalmıyacaktır, herhalde.. Nitekim, bir bombardımanın ortaya çıkaracağı büyük insanî felaketi önlemek için Türkiye, Savunma BakanıHulûsî Akar, MİT BaşkanıHakan Fidan ve Dışişleri BakanıÇavuşoğlu’nu geçen hafta tekrar Moskova’ya gönderdi ve onlar durumu bizzat Putin’le de görüştüler. 

Putin Rusyası ise, bu görüşmelerde, pazarlık gücünü artırmanın ve Türkiye’yi kendisine daha çok yakınlaştırmanın çabasında.. 

Görülüyor ki, dünü ve bugünüyle giderek giriftleşen ve ileride ne olacağı da, çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız, Suriye’de..