Suriye krizi ve PYD

Başlıktaki ‘PYD’, Suriye analizlerinde oldukça maksatlı bir manipülasyonla ‘Kürtler’ olarak da sıkça kullanılıyor. Suriye gibi çoklu etnik sosyal dokuya sahip bir ülkede, nadiren Araplar veya Türkmenler etnik kimlikleriyle anılıyor. Ancak Kürtler, tıpkı Sykes-Picot sonrası Fransız müdahalesinde denenen ve tamamı zaman içerisinde ölü doğan girişimlerde olduğu gibi araçsallaştırılıyor. İşin içerisine bir de bölgemizin en sorunlu ve en yabancılaşmış unsuru PKK aklının da dâhil olmasıyla, sadece Suriye Kürtleri değil, bütün bölgeye sirayet eden bir siyasal körlük ortaya çıkıyor.

Öncelikle, PYD’nin Suriye krizinde oynadığı rol ve oturduğu pozisyonun, ucuz PKK propagandasından bağımsız bir şekilde ve aklıselimle değerlendirilmesi gerekiyor. Bu ise kolay bir çaba değil. Zira mezkûr konuyla ilgili estirilen küresel entelektüel vandalizmi ve Suriyelilerin maruz kaldığı katliamları karartacak kadar abartılı ‘gayri ahlaki mağdur diskuru’ aşmanız gerekiyor. Neredeyse bütün küresel yayın organlarında, 21. yüzyılın başlangıcında şahitlik ettiğimiz en ağır insanlık trajedisini unutturacak düzeyde, lüks gezi rehberi dergilerini aratmayacak profesyonel fotoğraf kareleriyle alenen pazarlanan PYD’lilerin; Suriye, Kürtler
veya bölgemizden ziyade ‘başka bir dünyanın kurgu temsilcisi’ olduğunu görmek zor değil.

İşin daha hazin yanı, bölgemizde son 14 yıldır ya da 2002’den bu yana Kürtler açısından da, bölgedeki diğer unsurlar açısından da Sykes-Picot parantezinin kapatılma potansiyelinin bu denli hunharca ve ahlaksızca kötü(ye) kullanılmasıdır.

2002 ile birlikte Türkiye ve Irak’ta, 2010 sonundan itibaren Suriye’de bölgenin en dinamik aklı olması beklenen Kürt unsurların, asırlık acılardan fazlaca bir tecrübe devşiremedikleri ortaya çıktı. Büyük ölçüde fiziken bu coğrafyada, zihnen yabancı başkentlerde olmanın sebep olduğu kısa vadeli ama tahrik edici yollar tercih edildi. Irak’ta işgalin açtığı alanda hızla ilerlemenin tercihi; geçmiş hasarları tamir edecek, yaraları tedavi edecek şekilde Sünni Araplar ve Türkmenlerle yeni bir sayfa açılmasını engelledi.

Benzer şekilde Türkiye de, işgalden ancak birkaç yıl sonra vesayet rejiminin etnik-mezhepçi siyasetini rasyonel ve kucaklayıcı bir politika ile güncelleyebildi. Bu duruma rağmen, Kürt unsurlar Türkiye’de 2002’yi ‘en az vesayet rejimi ve unsurları kadar’ kötü okumayı başaran aktörler oldular.

Aslında bu beklenen bir durum değildi. Ancak PKK, yıllarca mağdur olmuş Kürtlere ipotek koyarak, 2002 Devrimi’nin en amansız düşmanı hâline geldi. Suriye’de de durum değişmedi. PKK’nın Suriye kolu, sadece Kürtlere en ağır zulümleri yapmış ve son beş yılda yüzbinlerce insanı katletmiş Baas rejimine, tıpkı 20. yüzyılda PKK’nın sığındığı gibi koştu. Şam’daki Öcalan, yerini Salih Müslim’e bırakmış oldu.

Gelinen nokta itibarıyla, PKK aklının Suriye krizinden anladığı tek şey; 1970’lerin sonundan itibaren önemli varlık sebepleri arasında gördüğü ve yıllarca simbiyotik bir ilişki sürdürdüğü Rusya ve Suriye Baas yönetimi ile aktif bir ünsiyet neticesinde ‘kurtarılmış bölge kazanma’ ihtimalidir. Bu ihtimal hayata geçerse, ortaya bölgesel veya küresel anlamda meşru bir entite çıkmasa bile, Lübnan Hizbullah’ı tarzı ‘de facto’ habitat sahibi olmayı beklemektedir. Bütün bunlar, Suriyeli mazlumların gündeminden tamamen kopuk ve olabilecek en gayri ahlaki pozisyonu inşa ederken, toplumsal maliyetini de Suriyeli Kürtlerin tamamına ciro etmektedir.

Hâl bu olunca, PYD’nin Suriye’yi gündeme alan genel bir tartışmada yerini tarif etmek de mümkün olmamaktadır. Mesela, Türkiye’den hiçbir itiraz olmasa, Cenevre toplantıları bağlamında ‘PYD’nin toplantılara hangi vasıfla katılacağı ve nerede konumlanacağı’ başlı başına aşılması çok zor bir soruna dönüşmektedir. Zira PYD’nin ne demografik ne coğrafi ne de toplumsal anlamda Kürtlerin büyük bir kısmını temsil etmemesi ve açıkça Esed rejimi ve Rusya’nın sahadaki uzantısı, Amerika’nın ise DAİŞ’e karşı kurgu ortağı olması gibi garabet bir durum ortaya çıkmaktadır.

Hemen her aktöre devre mülk hizmet veren bir yapı konumuna düşmüş olan PYD, ‘PKK trajedisinin’ ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Bu trajediden ne Kürtlere ne de bölgeye sunulacak sahici, ahlaki ve reelpolitik bir çıkış sunulamamaktadır.