Azınlığın çoğunluğa baskı ve zulümle hükmettiği rejimin adıydı Baas rejimi. Artık tarih oldu. Son 13 yılda yaşananlar insanı dehşete düşürecek denli acı olsa da önceki 48 yıl çok da farklı değildi. Esed Ailesi gücünü halktan değil hiç ara vermediği işkence, ayrımcılık ve zorbalıktan alıyordu çünkü.
Esed cumartesi sabahı onursuz biçimde hamisi ve azmettiricisi Rusya'nın ayağına kapaklanırken dünyanın dört bir yanına dağılan ama en çok da Türkiye'nin şefkatli kollarına sığınan milyonlarca Suriyeli ülkelerine onurlu şekilde dönmek için hareket halinde. Şam'a çıkan bütün yollarda trafik felç... Nasıl olmasın, Suriye nüfusunun üçte 1'i ülke dışında yaşıyordu.
Şimdi ise büyük bir coşku var Suriyelilerde. Lokum, hurma dağıtanlar, meydanlarda kutlama yapanlar, şükür namazı kılanlar, yıllardır görmediği akrabalarına gözyaşları içinde kavuşanlar, eve dönmek için bavul toplayanlar... Sadece bunlar bile Esed'in halkı tarafından ne kadar sevildiğini (!), rejiminin aslında ne olduğunu gayet net gösteriyor.
SURİYE MUHALEFETİ HALKIN TA KENDİSİ
Suriye muhalefeti Suriye halkının tamamını kapsıyor. İstatistiki veriler toplumun yüzde 80'i Arap, Türkmen ve Kürt Sünni Müslümanlardan, yüzde 10'u Nusayrilerden, yüzde 5'i Hıristiyanlardan, yüzde 3'ü ise Dürzilerden oluştuğunu gösteriyor. Ancak son süreç gösterdi ki Esed rejimi kendi taraftarları dışında toplum kesimlerinin hiç birinin iradesini temsil etmemiş.
Dolayısıyla Nusayri azınlık diktasından çok çeken Suriye'nin aydınlık bir geleceğe kavuşması için yeni yönetimin çeşitlilik ve eşitlik esasına dayanması şart. Dışişleri Bakanı –sürecin görünmez kahramanı- Hakan Fidan da açıklamalarında bu noktanın altını ısrarla çiziyor. Zaten muhalefetin açıklamaları ve erken icraatları da meseleye böyle bakıldığını gösteriyor.
SURİYE DEVRİMİ VE TÜRKİYE'NİN ROLÜ
61 yıl boyunca halka rağmen ayakta kalmayı başarabilen Baas rejimini 12 günde yıkan Suriye muhalefetinin ardındaki güç nedir sorusu mühim.
Kaç gündür mikrofonlara konuşan Suriyeliler en çok bu sorunun cevabını veriyor: "Erdoğan'a minnettarız. Türkiye'ye, Türk kardeşlerimize teşekkür ederiz, siz olmasaydınız bugünlere erişemezdik biz."
Bu sözler insani diplomasinin gücüyle sahadaki ve masadaki gerçeklerin sonuca etkisini gösteriyor. O yüzden Türkiye başından beri Suriye'deki muhalefetin Suriye'nin önemli bir parçası olduğunu; azınlık rejimi, çoğunluğu oluşturan muhalefetle uzlaşmazsa siyasi sonuca ulaşılmayacağını savunageldi.
Ankara bu değerlendirmesini Astana sürecindeki muhatap ülkeler Rusya ve İran'a da söyledi, Cenevre görüşmeleri ve BM toplantılarında uluslararası kamuoyuna da iletti. Ezcümle Türkiye diplomatik desteğini Suriye muhalefetinin ardından hiç çekmedi.
TÜRKİYE BUNU NİYE YAPTI?
Buradaki motivasyonu iyi anlamak lazım. Türkiye'nin muhaliflere verdiği destek Suriye'nin iç işlerine karışmak yahut Esed rejimine karşı kategorik bir tutum almak için değildi. Hiç olmadı.
Ankara için kritik nokta şu oldu hep: Suriye'de çöken devletin yeniden kurulması, terör üreten bataklığın kurutulması, Suriye'nin toprak bütünlüğünün, egemenliğinin ve siyasi birliğinin sağlanması için halkın iradesi mutlaka sürece dahil olmalı.
Aksi takdirde vekil güçler eliyle Suriye coğrafyasında varlık gösteren devletlerin menfaatleri ve farklı ajandaları Suriye'yi eninde sonunda parçalar. Terör örgütlerinden terör devletleri kurmayı hedefleyen ülkeler için şartlar zamanla olgunlaşır, -nitekim PKK-YPG için bu süreci epey ilerletti ABD. Türkiye, sınırında bir teröristan kurulmasına izin vermeyeceği için PKK-YPG kılıklı ABD ile -kendini de yoran, kan kaybettiren- büyük bir savaşa girmek zorunda kalır. Uzun yıllardır düşük yoğunluklu olarak devam eden örtülü savaş alenileşir. Velhasıl ülkenin bekasını, istikrarını, planlarını tehdit eden böyle bir sürece karşı mutlaka bir şey yapmak gerekiyordu.
Türkiye'nin Suriye ile 911 km sınırı var. Hiçbir devlet bu kadar geniş bir alandan yayılacak riskleri, terör ihracını, göçmen akışını oturup seyretmez.
Bu açıdan başka devletlerin oyunlarına maruz kalmak ve sonuçlarına katlanmak yerine kendi oyununu kurdu Ankara. Muhalifleri destekledi. Uluslararası hukuktan kaynaklı haklarını sonuna kadar kullandı. Sahayı doğru okudu, domine etti, sahayı sürdü. Sahadaki aktörlere, figürasyona, kullan-at aparatlara kendi planı çerçevesinde muamele etti.
Ve kazandı. Esed'i destekleyen Rusya ve İran ile PKK-YPG'yi besleyen ABD kaybetti. Bunların Türkiye içindeki aparatları ve sözcüleri de (çeşitli nedenlerle CHP, ZP, SP vb.) kaybetti ama bu önemli günde onlardan bahsetmek şimdilik zaman kaybı olur.
Şüphesizdir ki Suriye halkı ve devleti kazandı. Lakin Suriye sahasında yaşanan gelişmelerin Türkiye'nin tezlerini ve tercihlerini doğruladığını, önceliklerini öne çıkardığını da görmek gerekir.