Suriye özelinde Yeni Türkiye

Birleþmiþ Milletler zirvesi daha tamamlanmadan Türkiye’nin merkezinde yer aldýðý bölgede hareketlilik daha da arttý. Rusya’nýn DAEÞ’i vurma iddiasýyla yaptýðý hava operasyonunun, sivilleri vurduðu ortaya çýkýnca, bölgeyi nasýl bir geleceðin beklediði endiþesi herhalde daha da artmýþ olmalý. 

BM zirvesinde Obama ve Putin ekseninde gerçekleþen karþýlýklý atýþma ve buna baðlý olarak yansýyan deðerlendirmelerin aksine; bu durumun iki büyük güç arasýnda bir paslaþma olduðunu bir önceki yazýda ele almýþtým. Baþka bir ifadeyle ABD, Suriye krizinin yönetimini önemli ölçüde Rusya’ya devretmiþ durumda. Esasen bu durum baþýndan itibaren de böyleydi ve Amerikalýlar hem sýrtlarýndan bir yük atmýþ oldular. Hem de kendi arzu ettikleri geçiþ sürecinin, Beþar Esad’la birlikte þekillenmesine izin verdiler.

Olup bitenin doðrudan ilgilendirdiði ve etkilediði Türkiye için bu yeni tablo, hýzlý ve sahici kararlar alýnmasýný zorunlu kýlýyor. Ankara, Suriye sorunundan, gerek milyonlarla ifade edilen mülteci akýný, gerekse de sýnýrlarýndan fýþkýran güvenlik sorunlarý nedeniyle yakýcý biçimde etkileniyor. Baþýndan beri istediði rejim deðiþikliði konusunda, ne ABD ve müttefiklerinden, ne de Þam’daki rejimden rahatsýz gibi görünen bölge ülkelerinden yeterli destek alamadý. Nedenleri uzun; ama gelinen nokta ortada.

Suriye krizinin ilk günlerinde, Rusya bugünkü kadar açýk bir pozisyon almýþ olsa da, yaþadýðý sorunlar üzerinden istediði kadar etkin davranma imkaný bulamýyordu. Ayný þekilde Ýran da uluslararasý sistemle arasýndaki ‘nükleer’ gerilim üzerinden sýkýntýlý günler yaþýyordu. Oysa þimdi Moskova açýk bir meydan okuma içinde. Tahran ise gerdiði ipin kopmasýna ramak kala uluslararasý sistemle el sýkýþarak çok farklý bir pozisyon aldý.

Türkiye’nin baþýndan itibaren birbiriyle paslaþan iki büyük gücün dýþýnda bir politika inþa etmesi ne kadar mümkündü, elbette tartýþýlýr. Ancak gelinen noktada, üstelik son derece haklý gerekçelerle kendisine yeni bir yol haritasý çizmek zorunda. Zaten bizim iç dengeler üzerinden okumaya çalýþtðýmýz geliþmeler, esasen tam da bu deðiþim sancýsýnýn yansýmasý. Ankara, yeni bir rota çizecek ve siyaset de ona göre þekillenecek; esasen þekilleniyor da.

Ne Moskova’da bir büyük camiinin açýlýþýnda Türkiye Cumhurbaþkaný ve Rusya Devlet Baþkaný’nýn dünyaya verdikleri kare tesadüf. Ne de ayný kareye Mahmud Abbas’ýn da eklenmesi ve Filistin’le ilgili verilen mesajlar. Ýzninizle tam iki yýl önceki bir yazýmdan alýntýyla bitireyim:

‘Bu tarihten itibaren Türkiye’nin Rusya ve parantezindeki güç dengesiyle þaþýrtýcý düzeyde iyi iliþkileri olacaðýný, hatta Moskova yönetiminin Ýslam dünyasýndaki pek çok sorunun çözümünde masada bulunacaðýný bir kenara not edelim.

Nitekim bu coðrafyanýn devlet gibi devletlerinden birisi olan Türkiye, toz dumana ve kopartýlan gürültüye raðmen, Rusya konusunda son derece dikkatli ve geleceðe bakan bir tarzda politika izledi. Bunu bozmaya yönelik giriþimler olmadý mý? Elbette oldu. Yine olacak mý, hem de nasýl. Türkiye’nin Rusya’nýn içinde bulunduðu bir bloðun üyesi olacaðýný deðil, hareket alanýnýn sanýldýðýndan çok daha geniþ olduðunu kastediyorum.’ (Star, 21 Eylül 2013)