Evvela hatýrlayalým; Mart 2011’den bu yana ne oldu Suriye’de?
Önce, ülkedeki despot rejim, demokrasi talebiyle barýþçýl gösteri yapan kitleleri bastýrmak için iþkenceye ve katliama baþvurdu.
Bu vahþetin hedefi olan muhalifler zamanla silaha sarýldýlar; “silahlý devrim” yoluna girdiler. Belki bu yola girilmese daha iyiydi; ama bir kere girildi. Sonra da geri dönüþ imkaný kalmadý.
Zaman geçtikçe, muhalefet dallanýp budaklandý. Despot rejimden koparak oluþan “özgür ordu” kadar, gayrý-Sünnilerden nefret eden fanatik Selefiler de devreye girdi. Ýkinciler, bazý feci insan haklarý ihlalleri gerçekleþtirdi.
Ancak “zulüm terazisi” hep rejimden yana aðýr bastý. Esad ve katilleri, bilhassa “Þebbiha” denen sadist sürüleri, kadýnlarý ve çocuklarý kasten öldürerek hem muhalefeti yýldýrmak, hem de “mezhebi nefret”i derinleþtirmek istediler. (Nusayri kitleye, “biz onlarýn çocuklarýný boðazlýyoruz, yanýmýzda saðlam durmazsanýz bunun intikamýna uðrarsýnýz” dediler.)
Rejimin vahþeti, sonunda sivillere karþý kimyasal silah kullanma boyutuna da vardý. Bu ise, meseleyi “kýrmýzý çizgi” olarak ilan etmiþ olan ABD’yi “müdahale”ye zorladý.
Þu an, bu müdahalenin eþiðindeyiz gibi.
Ortada “bir bahane bulsam da þu Suriye’yi iþgal etsem” diye kývranan bir Amerika yok. Aksine, bu iþe “bulaþmayý” hiç istemeyen, iþgali aklýndan bile geçirmeyen, sadece Esad rejimini havadan vurmaya niyetlenen, onu da “sýnýrlý” tutmak isteyen bir Amerika var.
Dolayýsýyla, 2003’teki Irak iþgaline yapýlan tüm göndermeler anlamsýzdýr.
“Savaþ karþýtý” söylem de anlamsýzdýr. Çünkü savaþ iki buçuk yýldýr sürmektedir zaten. Þimdi umulan, rejimi zayýflatarak siyasi çözümün, yani barýþýn önünü açmaktýr.
Ayný þekilde, son günlerde alevlenen “anti-emperyalist” söylem de anlamsýzdýr ki, bunu biraz açalým.
Miloseviç’in anti-emperyalizmi
“Emperyalizm”, imparatorluk kelimesinden türemiþ bir kavramdýr. Güçlü ülkelerin zayýflarý iþgal ya da tehdit yoluyla sömürmesini ifade eder. ABD’nin baþka ülkelerde düzenlediði darbeler (örneðin Ýran’daki Musaddýk karþýtý darbe) de bu kaleme girer.
Ancak, Batý’nýn emperyalizm geçmiþine bakarak, “Batý’nýn her yaptýðý emperyalizmdir” derseniz, savrulursunuz. Çünkü ayný Batý, beðenin beðenmeyin, “küresel sistem”in ana unsurudur. Ve bu sistem, iyi-kötü bir “insan haklarý” fikrine ve “insani müdahale” refleksine sahiptir.
90’lardaki Sýrp vahþetine karþý geç de olsa Bosna’nýn ve sonra da Kosova’nýn yardýmýna yetiþen NATO operasyonlarý, iþte böylesi “insani müdahale” örnekleriydi. “Balkan kasabý” Slobodan Miloseviç’in güçleri havadan bombalanmýþ, bu da yeni Müslüman katliamlarýna engel olmuþtu.
Miloseviç’in yandaþlarý ne yapmýþtý peki o zaman?
Ne yapacaklar, anti-emperyalizm yapmýþlardý tabii. Batý’da yaþayan Sýrplar ve destekçileri, “savaþa hayýr” diye mitingler düzenlemiþ, “Amerikan saldýrganlýðý”ný lanetlemiþlerdi.
Miloseviç, Batý’nýn kurduðu Uluslararasý Savaþ Suçlarý Mahkemesi’nde yargýlanýrken de ayný dili korumuþ, Doðu Perinçek gibi “anti-emperyalist” dostlarýna dayanýþma mesajlarý göndermiþti.
Ýþte ben, o zamanýn anti-emperyalizmine itibar etmediðim gibi, bu zamanýn anti-emperyalizmine de itibar etmiyorum.
“Yine de defolsun Batý, biz Müslümanlar kendi sorunlarýmýzý çözelim” diyebilirsiniz tabii.
Ben de derim ki, elbette çözelim, çok iyi olur. Elimizi tutan da yok zaten. Ama askeri gücümüz de ortada, siyasi vaziyetimiz de.
Onun için, Yalçýn Akdoðan’ýn Star’daki köþesinde dediði gibi demeyi daha doðru buluyorum:
Mazlumun da, ona sahip çýkanýn da kimliðine bakmayalým.