Rakamlar endişe verici bir hikaye anlatıyor: İki yıldan kısa süre içinde Suriye’de 60 binden fazla insan öldü. Ağustos 2012’den beri her ay, beş binden fazla Suriyeli hayatını kaybetti ki bu günde yaklaşık 170 kişi demek. BM Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi teklif taslakları sunarken ve cumhurbaşkanları ve başbakanlar boş laflar sarf ederken, Uluslararası Toplum çaresizce seyirci kalıyor... Ve iç savaş, her gün vahşet ve taciz haberleri eşliğinde sürüp gidiyor. Kafa karışıklığı içinde bir sonuca varmadan evvel birkaç temel prensibi göz önünde bulundurmalıyız. Şimdi toyluğun ve aldanmanın vakti değil.
***
Beşar Esad; yağma ve yolsuzluk üstüne kurulmuş, merhum babasının on yıllık iktidarından bu yana on binlerce muhalifini öldürmek ve işkence etmek konusunda asla duraksamamış bir dikta rejiminin başında. Terör iç politika haline geldi. Lübnan’da karmaşık bir ittifak ağını destekleyen ve iç bölünmeleri suistimal eden Suriye, en iyi ihtimalle şüpheli bir rol oynuyor. İsrail cephesinde ise Filistin direniş örgütlerini ayrım gözetmeden desteklemekle suçlanan Suriye; Tel Aviv’de birbirini takip eden liderlere “faydalı bir düşman” vermiş oldu. Sert ve yer yer ateşli retoriğinin altında Suriye hükümeti, İsrail Eylül 2007’de sözümona bir nükleer tesisi yok etmek üzere direk saldırıya geçtiğinde bile ilginç biçimde pasif kaldı.
İran ile birlikte Suriye, Batı çıkarlarının düşmanı; güvenilmez ve en kötüsünün beklenebileceği bir ülke olarak tanıtılıyor. Fakat Suriyeliler sokağa dökülmeye ve düzenli ordunun elinde yüzlercesi ölmeye başladıktan sonra, Amerikan yönetimi ve Batı hükümetlerinin ağızlarını ve Suriye politikalarını değiştirmeleri için sekiz aydan fazla süre geçti. Suriye halkının cesareti ve azmi Batı’nın bölgedeki plan ve çıkarlarını yansıtmıyordu. Sekiz aydan uzun süre ABD ve Avrupa, Beşar Esad’a “demokratik” reform çağrısı yapmanın pek de ötesine geçmediler.
Mısır, Tunus, Libya ve Yemen’de ayaklanmaların başlarken; Ürdün ve Bahreyn’de gerilim yükselirken ve İran’ın gücü artarken, Batı zaman kazanmaya çalıştı ve geçimsiz ve bölünmüş Suriye muhalefeti içinde güvenilir muhataplar aradı. Aynı zamanda Rusya ve Çin, stratejik taaruz peşine düştüler. Her iki ülke de bölgede, yükselen jeostratejik ve ekonomik profillere sahipler ve BM kararının Batılı güçlere, Kaddafi’yi ortadan kaldırmaları ve ülkenin doğal kaynaklarını ele geçirmeleri için gereken tüm mazeretleri sağladığı Libya’ya müdahale konusunda keskin biçimde eleştirel bir tavır takındılar. Fakat kahramanların hiçbiri Libya senaryosunun tekrar oynatılmasını kaldıramazdı.
***
Suriye hükümetine baskı artarken, geçen aylar içinde Amerika ve Avrupa’nın tutumları da değişti. Suriye muhalefeti ve Özgür Suriye Ordusu’na resmi destek pekişti. Suudi Arabistan ve Katar, siyasi ve askeri muhalefeti direk olarak finanse eden ve silahlandıran tam iştirakçiler olarak ortaya çıktılar. Komşu Türkiye “komşularla sıfır sorun” politikasını değiştirerek, Şam’daki rejim değişimine aktif destek vermeye başladı. Pekin ve Moskova bu esnada, onsuz bir gelecek tasarlayabileceklerini hissettirerek, Esad’ı desteklemeye devam ettiler. Acı ve zahmetle, satranç tahtasındaki tüm taşlar bir açmaz oluşturmak üzere yerleştirildiler. Ne siyasi ne de askeri bir neticeye varmak olası görünmüyor; iç savaş sürüyor ve her geçen gün ölü sayısı artıyor.
Amerikan terminolojisi ile Suriye, kontrol altında bölgesel bir “düşük yoğunluklu çatışmaya” sahne oldu ve gülünç olan şu ki zarardan çok fayda getirdi. Buradaki hisselerin kıymetli oldukları, kısa ve uzun vadelerde ortaya çıkabilir. Ortadoğu derin bir istikrarsızlık içinde ve pek çok cephede keskin bir bölünme sözkonusu: Politik açıdan laikler ve İslamcılar arasındaki gerilim hala yüksek; Sünniler kendi aralarında Selefi literalist, reformist, Selefi cihatçı gibi hiziplere hissedilir derecede bölünmüşler ve Sünni ve Şii çatlağı, geçici Ortadoğu denklemindeki anahtar bir etmen olarak ortaya çıktı.
Bu patlamaya hazır karışıma eski ve yeni siyasi ittifaklar da eklenmeli: Demokratik olmayan, Batı yanlısı Körfez ülkeleri, Tunus, Libya ve Mısır’da gücün değişen yüzü, Irak ve Lübnan’da istikrarsızlık ve son olarak İran’ın dışlanması. Ortadoğu krizin eşiğinde ve Türkiye ve Hindistan bir yana, Çin ve Rusya gibi Batı da kendini tekrar konumlandırmaya ve ekonomik ve jeostratejik çıkarlarını korumaya çabalıyor. Gerilim odaklarının değişmesi İsrail’in yararına oldu: Ülke bir iç kriz yaşasa da Arap ülkelerinin zayıflayıp bölünmeleri, İsrail’in müttefiki Amerika’nın işbirliği ve koordinasyonu sürdürüp desteklemesine; İsrail rejiminin ise engellenemez biçimde Filistin topraklarını vahşice sömürgeleştirmesine imkan veriyor.
Biz Beşar Esad’ın otokratik rejimine karşı çıkabiliriz ve çıkmalıyız da; ancak bunu, çatışmayı aşırı basitleştirme veya direnişe körlemesine destek verme tuzaklarına düşmeden yapmalıyız. Yapısı gereği Suriye muhalefeti güven telkin etmiyor; açıkladıkları veya açıklamadıkları niyetleriyle, kimi müttefikleri düpedüz tehlikeli. Kafa karışıklığı artarken, toyluğa yer bırakmayan bir ihtiyatla ve siyasi analiz yaparak, prensipli bir tavır almalıyız. Burada prensip, diktatörlüğe karşı çıkmaktır; toyluk ise muhalefete koşulsuz destek vermek. Kısa vadede Batı, Çin ve Rusya; fikir ayrılıklarını kabullenmiş görünüyorlar ve Suriyeliler bunu hayatlarıyla ödeyecekler. En kötüsü de silah zoru dışında hiçbir başka çözüm, geçerli bir alternatif yok. Çatışma uzun ve sert olacak; daha binlerce insan hayatını kaybedecek. Suriyeliler’in despottan kurtulduklarında yabancı hakimiyetinden kurtulacakları da kesin değil. Hatta en muhtemel sonuç bunun tam aksi gibi görünüyor.