Suriye’de daralan çemberi nasıl kırarız?

Suriye Türkiye’nin tek başına altından kalkabileceği bir sorun değil. Bu nedenle daha başından beri tek başına Suriye’ye girilmemesi gerektiğini ifade ettik. Görebildiğim kadarıyla Türkiye de olayı hep uluslararası boyutta tutmaya çalıştı. Konu gündemden düştükçe NATO’da ve diğer milletlerarası platformlarda Suriye’yi gündeme getirdi.

Türkiye’nin bu çabaları ABD ve Avrupalı müttefiklerinde sözlü destek bulduysa da hiçbir ülke elini yanan ateşe sokmak istemedi. ABD’nin cılız maddi yardımları ve Avrupa’nın temennilerine karşın İran ve Rusya tüm güçleriyle Beşar Esad’ın arkasında yer aldı. Hatta İran silah ve paranın dışında silahlı adamlarıyla da çatışmalara katıldı.

Gelinen noktada olası bir NATO operasyonunda aktif rol alabilecek İngiltere ve Fransa’nın Suriye’de maliyeti yüksek hiçbir operasyona sıcak bakmadığını anlıyoruz. Zaten AB ülkeleri ağır bir ekonomik krizin içinden geçiyor ve kriz ortamının kısa vadede düzelmeyeceği anlaşılıyor. Yani AB ülkeleri kaynaklarını Suriye’ye değil, işsizlerine harcamak istiyor. AB’nin bir diğer büyük gücü Almanya ise bu tür operasyonlara eskiden beri karşı. Almanya Libya’da da askeri seçeneğe sıcak bakmamıştı. Ayrıca Almanya ile Rusya arasındaki özel ilişki de Almanya’yı Suriye’de sınırlıyor. Diğer AB ülkeleri ise Suriye gibi bir soruna girecek maddi ve askeri güçte değiller.

Muhtemel bir NATO operasyonunu sürükleyebilecek en önemli aday şüphesiz ABD. Ancak Obama Libya’da bile en ön saflarda yer almamaya özen gösterdi. Çünkü böyle operasyonların ABD’ye siyasi ve ekonomik maliyeti çok yüksek oluyor. Irak ve Afganistan’dan dili yanan Obama Arap Baharı’nda yerel ve uluslararası yük paylaşımı olmadığı sürece ABD’yi maceraya sokmak istemiyor. Yani para Araplardan, asker Türklerden gelirse Obama da dışarıdan destek verebilir belki.

Kısacası eğer olağanüstü bir gelişme olmaz ise NATO Suriye’ye girmekte isteksiz. Dahası Çin ve Rusya nedeniyle BM Güvenlik Konseyi’nden Suriye’ye karşı müdahale kararının çıkması da mümkün görünmüyor. Bu durumda Türkiye’nin önünde iki seçenek var, ya tek başına Suriye’deki rejimi değiştirmeye kalkacak ya da şu ana kadarki politikasını yumuşatacak. Çünkü mevcut politika Suriye’de hareket kabiliyetini bir hayli sınırlandırıyor.

***

Tek başına Suriye’ye girmek Türkiye için kelimenin tek anlamıyla intihar olur. Zaten bazılarının dört gözle beklediği de bu, yani Türkiye’yi Suriye’ye NATO’suz sokmak, Türkiye’yi Suriye çöllerinde yalnız yakalamak. Bu durumda Irak ve İran’a ek olarak Kürt ayrılıkçı unsurların da Türkiye’ye ağır zararlar verdirmesi hesaplanıyor. Yani şu an için karşımızda duran en büyük risk NATO’suz Suriye’ye girmek.

Peki, sınırımıza sürekli top parçaları düşerken, adeta yangının alevleri yüzümüzü yalarken Türkiye bu çıkmazdan nasıl çıkar?

Öncelikle içeride muhalefetin Suriye konusunu kullanmaktan artık vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü Hükümet’in Suriye politikası AK Parti’den önce Türkiye’nin çıkarlarını korumaya yöneliktir. Ana muhalefet bu ayırımı iyi ortaya koymalıdır. Örneğin tezkere çıkarken CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun “blöfle dış politika yapılır mı?” sözleri başka bir ülkede rastlayamayacağınız bir durumdur. Evet, dış politika bazen de blöfle yapılır ve dünyanın hiçbir yerinde ana muhalefet partileri kendi devletlerinin başka bir devlete yaptığı politikayı (blöf bile olsa) açığa çıkarmazlar, zayıflatmazlar. Yani muhalefet tezkerenin blöf olduğunu bilse bile tam tersini söylemeliydi.

İkinci olarak Türkiye Suriye’de Beşar Esad ile görüşmek de dâhil, her seçeneği masada tutmalıdır. Ne yazık ki güvenlik politikaları sadece etik değerlerle yürümez. Eğer barış için Kandil’le bile görüşebiliyorsak Suriye’de de güvenliğimiz için görüşemeyeceğimiz hiçbir kimse olmamalıdır. Kısacası Türkiye çevresinde oluşan kuşatmayı ve yalnız kalma ihtimalini müttefikleri de dâhil herkesi şaşırtarak kırabilir. Aksi taktirde istemediğimiz konumlara sürüklenme ihtimali her geçen gün artmaktadır.