Suriye’de kim kazanacak?

Suriye krizinde Rusya ve İran’ın Esed rejimi ile açıkça yer değiştirmesiyle birlikte, yeni bir safhaya girilmiş durumda. Bu yer değiştirmenin takvimi ve zemini, Suriye trajedisinin beş yıllık hikâyesini de oluşturuyor. Baas rejiminin Mart 2011’de çocukları ve sivilleri katletmesiyle başlayan isyan işaretleri, ilerleyen aylarda katliamlarına hız kesmeden devam etmesiyle belirginleşti ve aynı senenin sonunda silahlı bir çatışmaya dönüşmeye başladı. Yaklaşık sekiz ay boyunca süren katliamlar sırasında da Rusya ve İran yine Suriye’deydi. Rusya ‘Çeçenistan tecrübesini’ buraya transfer ederken, İran Irak’ta 2010 sonunda iktidara Amerika yardımıyla taşınan ve 2004 sonrasında oldukça kanlı bir şekilde uygulanan mezhepçi kanlı taktikleri stratejiye dönüştüren Maliki modelini tavsiye ediyordu.

Krizin ilk iki yılı boyunca, yani 2012 sonuna doğru Esed rejimi ‘büyük ölçüde Rusya ve İran adına’ vekâleten kanlı bir savaşı Suriye halkına karşı sürdürüyordu. Bu süreçte yüz binin üzerinde Suriyeli hayatını kaybetmesine rağmen ‘Hama tarzı bir teslimiyet’ ortalıkta görünmeyince, yeni unsurlar sahaya sürülmeye başlandı. Bu yeni taktiğin bir ayağını Hizbullah başta olmak üzere Irak ve farklı ülkelerdeki Şii nüfustan milisleri Suriye’ye akıtmak, diğer ayağını ise muhalefeti parçalama taktiklerinin yürürlüğe konulması oluşturdu. Bir anda Irak’ta hapishaneler boşalmaya başlarken, önce El-Kaide kamuflajıyla sonrasında ise DAİŞ kostümüyle muhalefete karşı yeni bir cephenin açıldığı görüldü. DAİŞ, adeta Esed rejiminin bütün kanlı metotlarına rağmen içine düştüğü kısır döngüden çıkması için can simidi olarak Suriye sahnesine atıldı. Aynı dönemde, otuz yılı aşkın Rus-Esed rejimi ünsiyeti olan PKK da diğer bir koldan Baas rejimi ile işbirliği içerisinde kendisine açılan alanda ilerlemeye başladı. Bu tablo, Suriyeli sivillerin aynı anda Esed-PYD-DAİŞ üçgeni arasından kaçışlarının kitlesel hale dönüşerek, milyonluk mülteci akınlarının Türkiye, Ürdün, Irak ve Lübnan’a doğru başlamasına yol açtı.

Körfez’in, Mısır Devrimi karşısında ‘fanatik bir İslamcıfobik savrulma’ ile Mısır’da darbeyi göze almasıyla birlikte, Suriye’de kimyasal silah kullanılmasına varan sürecin önü açılmış oldu. Başta Amerika olmak üzere Mısır’daki kanlı askeri müdahaleye darbe demekten bile imtina etmeleriyle birlikte ‘Baas rejimi ve ortaklarının’ Suriye için özel bir siyasi gündemi ya da çekinceleri olmasına gerek kalmadı. Yapmaları gereken tek şey, Suriye’yi olabilecek en kanlı hale getirmekti.

Bütün bu gelişmelere rağmen, Suriye halkı ve muhalefeti ya ülkeyi terk etmeleri ya da katledilme tehditlerine rağmen varlıklarını korumayı başardılar. Bunun üzerine, 2014’le birlikte yukarıda zikrettiğimiz stratejik yer değiştirme ya da vekâlet-asalet ilişkisi değişmek zorunda kaldı. Rus-İran ekseni sahadaki doğrudan ve dolaylı tüm aktörlerine rağmen, doğrudan muhalefetle savaşmak üzere Esed’in kendileri adına vekâleten sürdürdüğü savaşı devraldılar. Bu durum, bütün dinamiklerin değişmesine yol açtı. Gelinen noktada ise Suriye halkı ve muhalifler kendilerinden çok daha güçlü ve acımasız bir eksenle karşı karşıyayken, Rus-İran ekseni de artık Esed kisvesine sahip değildir.

Sivilleri ve dört yıldır yıpranmış muhalifleri hedef alan saldırılarla Rus-İran ekseninin alan kazanması beklenen bir durumdu. Lâkin Suriye’de Rus-İran ekseninin bu şekilde mesafe kaydederek hangi (ve nasıl) nihai hedefe ulaşacağı, hem siyasi hem de jeopolitik bir muammadır. Zira korunmasız sivillere ve (askeri kabiliyetleri mukayese edildiğinde yine korunmasız kabul edilebilecek) muhalefete karşı ‘bir zaferin’ tek anlamı; yüzbinlerce ve belki de milyona ulaşacak düzeyde bir katliamla ya da en az bugüne kadar yaşanan göç dalgası kadar etkili bir dalgayla, yani milyonlarca insanın Suriye’yi terk etmesiyle mümkün olacaktır. Hâlihazırda nüfusunun 15 milyona kadar indiği tahmin edilen Suriye insansızlaştırılırken, bölgenin ve dünyanın bu durumu seyretmesi gerekecektir. 

Hâl bu iken, Suriye’de kazandığı ya da kazanacağı iddia edilen aktörlerin kim olacağı tartışması değil, Rus-İran ekseninin Suriye adına bölgeye ve dünyaya vaat ettikleri vahşet tablosuna odaklanılması gerekmektedir. Bu tablonun içerisinde kendisine kanton ve DAİŞ devleti kurmaya çalışanların jeopolitik basiretleri ve ahlâklarını bir kenara bırakacak olursak, Suriye muhalefetinin kaybetmesi ya da Rus-İran ekseninin kazanmasının tek anlamının bölgesel, hatta küresel ağır sonuçlara yatırım yapılması olduğunun görülmesi gerekiyor.

Başka bir ifadeyle, mezkûr eksenin kazanmasından ne kast edilirse edilsin, Suriye’de kazanmalarının tek anlamı; Suriye krizini sıçrattıkları ve sarkıttıkları bütün bölgelerde de ya birer tane Esed bulmaları ya da maliyetleri ve riskleri üstlenmeleri gerektiği anlamına gelecektir.