Suriyeliler: Aman ha kardeşlik vurulmasın!

1 milyon 200 bin Suriyeli. Bazı şehirlerde, şehir nüfusuna denk bir mülteci topluluğu. 

Yurtlarını terk edip gelmişler ve tabii olarak evleri yok, işleri yok.

Belki bir kısmı, Suriye’de iken varlık sahibi ve geldiği ülkede kolaylıkla barınma imkanına kavuşabiliyor.

Bir kısmı ise kendisine ve ailesine günü gününe yaşama imkanı veren işini bırakmış, yollara düşmüş.

Yollara düşmüş, çünkü üzerine bomba yağmış, ortada ev - bark diye bir şey kalmamış, çoluk - çocuk için can tehlikesi belirmiş, çare olarak, doğup büyüdüğü topraklarını terk etmiş.

Türkiye, dost bir ülke olarak kucağını açmış. Kamplar kurulmuş, yardım organizasyonları gerçekleştirilmiş, devlet olarak da toplum olarak da sıcak bir ortam oluşturulmuş.

Ama 1 milyon 200 bin kişi demek, çok şey demek.

Kamplar taşmış, “Suriyeli”, ülkenin bütün sokaklarında karşılaşılan bir gerçeklik haline gelmiş. Barınacak yer arayan, iş arayan, aş arayan bir gerçeklik.

Ev aradığında ev kiralarının yükselmesi, iş aradığında ülkedeki işsizlik ve işsizler hadisesiyle buluşması, aş aradığında, ülke insanı ne kadar cömert ve yardımsever olursa olsun, “veren el - alan el” psikolojisinin üsttenci niteliğe bürünmesi sonucu doğmuş.

Bu çok şey içinde, gelenlerin arasında “problemli” olanların bulunma ihtimali şüphesiz ki var. Kendi ülkemizin herhangi bir yerinden 1 milyon 200 binlik bir kesit alsak, onun içinde problemli insan bulunmaz mı? Kendi ülkemizde yayınlanan gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine baksak, ülkede bir tek Suriyeli bulunmasa bile, çok yüz güldürücü görüntülerle mi karşılaşırız? Hırsızlık hiç yok mu bizde, cinayet yok mu, aile faciası yok mu, kiracı - ev sahibi çatışması yok mu, soygun, vurgun yok mu?

Ne dersiniz, yoksa, hırsız, cani, vurguncu bizden olunca iyi, Suriyeli olunca mı kötü oluyor?

“Yabancı”... Bu, her ülkede bir miktar sorun oluyor.

Bizde de bu ölçekte Suriyeli’nin sorun haline gelmesi beklenebilirdi.

Suriye’de vahşet ortamı çok uzadı ve buna bağlı olarak Suriyelilerin memleketlerine dönme süresi de çok uzadı. Tahammülde zorlanmalar oluşmaya başladı.

Aslında hem Hükümet hem birçok sivil toplum kuruluşu, Suriyelilere kucak açmayı, Müslüman karakterimizin tabii bir sonucu olan, “kardeşlik” çerçevesine oturtmaya çalıştı. 

Ensar vardı, Muhacir vardı. Mekke’de derin acılar yaşanmış ve Müslümanlar, büyük Hicret’i yaşamışlardı. Hazreti Peygamber de Muhacirler arasındaydı. Medine, büyük kardeşlik sınavı vermiş, Mekke’den gelenlerle evini, barkını, işini paylaşmıştı.

Rasulullah tarihin eşine rastlamayacağı bir “Muahat - Kardeşleşme”yi gerçekleştirmişti. 

Başbakan ve Türkiye’nin tüm yetkilileri, “Şimdi Ensar olma zamanı” demekteydi.

Türkiye, tam bir sığınma coğrafyasıydı.

Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan sığınılmıştı bu topraklara.

İspanya’dan sığınılmıştı.

Irak’tan sığınılmıştı.

Kırım’dan, Doğu Türkistan’dan, Batı Türkistan’dan sığınılmıştı.

Bir tür ana kucağı gibiydi bu topraklar.

Din-ırk ayrımı yapmadan kucaklanmıştı bu toprağa sığınanlar.

İşte şimdi, Ezidiler’e sığınacak yer arandığı bir ortamda akla ilk gelen ülke Türkiye olmaktaydı.

Batı ülkeleri, sığınmacıların açık denizlerde alabora olması karşısında bile duyarsızken, Türkiye, milyonlarca sığınmacıyı barındırmakta tereddüt etmemekteydi. Bu bir insanlık göstergesi idi.

Diyorum ki, sabır. Tahammül.

İnsanlığın bu topraklarda yere düşmemesi için tahammül.

Suriye acısı eninde sonunda bitecek ve bu insanlar yurtlarına dönecekler. İnsanın yurdu gibisi yok, evi gibisi yok. Evin sahibi, ne kadar misafirperver, ne kadar gönlü geniş olursa olsun, bu insanların buralarda güllük gülistanlık duygusu içinde yaşamadıkları muhakkak. Bir baba, bir anne, gün gün yaşları delikanlılığa doğru evrilen çocuklar... Gurbet elde, sığınmacı olarak yaşamanın yürek yükünü taşıyorlar. 

Derim ki içlerinde Türkiye adına bir sevgi kalsın. Dışlanma değil. Yük olarak algılanma değil. Bir tebessüm kalsın. Dostluk kalsın.. Sıcaklık kalsın, Şefkat kalsın.

Bizim kötülerimizle onların kötülerinin karşı karşıya geldiği bir ilişki olmasın Suriyeli kardeşlerimizle ilişkilerimiz.

Türkiye iklimini paylaşmanın derin heyecanı kalsın. Yarının Suriyelilerine Türkiye adına hep güzelliklerin yadedildiği hatıralar kalsın. Kardeşlik kalsın. Kardeşim Ayşe, Ali, Mehmet, Osman, Hasan, Hüseyin... Suriyeli ve Türkiyeli... İsimler bile iç içe...

Aman ha, kardeşlik ve sevgi vurulmasın.