Suriye'nin geleceği hakkındaki düşünceler, farklı cephelerin farklı önerileriyle tartışılmaya devam ediyor. Lakin; uzun Baas mezaliminden kurtulan Suriyeliler için duyulan haklı sevinçler, coşkular ve zafer gururu, şimdilik geleceğe dair tüm düşünceleri örtecek güçtedir...
Sorumluluk sahibi sivil toplum önderlerinin, hukukçuların, yazarların, sanatçıların, vicdan sahibi olan herkesin, hasılı yumuşak güç olarak adlandırılan tüm kesimlerin, Suriye hakkında bugün, itidal halinde düşünmeleri ve konuşmaları gerekiyor... Elbette Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı'nın kendi özel kadrolarıyla belirledikleri stratejiler, yol haritaları vardır. Bunda çok da başarılı oldukları kesin ve bu başarı hepimizi gururlandırıyor. Ama Suriye meselesini milletçe göğüslediğimiz için – hemen her il, ilçe ve mahallede Suriyeli mültecilerle iç içe yaşayan milletimizi kastediyorum- bizlerin de yumuşak güç olarak bu sorunun içinde olduğumuz gayet açıktır.
Suriye meselesi sadece bir coğrafya veya sadece enerji hatları meselesi ya da teo-politik haritalar başlığı altındaki vaat edilmiş topraklar konusu değil, yaşayan ve komşumuz olan insanların yıllardır çektiği çilelerle düşünülmesi gereken, her şeyden önce insani bir meseledir... Meseleye insani açıdan baktığımızda; devreye resmi hükümet politikalarının yanında, toplumsal rızayı, toplum vicdanını ıskalamayan sıcak yaklaşımların zorunluluğu giriyor.
Bu arada, en büyük endişemi sizlerle paylaşmak isterim; Türkiye'nin prensipte her zaman uzak durduğu 'mezhep çatışması'nın, özgürleşen Suriye üzerinden palazlandırılması, bölünmelerin, aşırılıkların, düşmanlıkların artmasıdır.
Nitekim sosyal medyada kıyasıya esen sert tartışmalara baktığımızda, Suriye, Yemen veya Afganistan'daki kirli mezhep savaşlarının, bizim ajandamıza da sokulmak üzere olduğunu görüyorum... Birbirini tekfir eden edene... Bu durum, kötü amaçlı olarak aramıza yerleştirilmeye çalışılan, kirli bir savaştırma operasyonudur.
Mütedeyyin kesime samimi ricam, itidalli davranarak, bu tekfir çarkına düşmememizdir. ''Muaviye mi daha iyi yöneticidir, Yezid mi'' tartışması bize uzaktır. Bu millet her zaman Hz. Peygamber Efendimizin (sav) ve Ehli Beyt'inin: Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'nın, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'in yanındadır. Milletimize baksınlar, Kürdü de, Laz'ı da, Çerkez'i, Türkmen'i de böyledir, birimiz çocuklarımızın ismini Muaviye veya Yezid koymayız. Hatta Yezid, zalim demektir günlük konuşmada... Yeni ihraç tartışmalara gerek yok. Bu bir fıkıh tartışması da değildir. Bu bizim milletimizin huyu, ahlakı, mizacı, sosyolojisidir, o kadar.
Türkiye'miz toplumsal anlamda, çok kimlikli bir sosyolojiyi vatandaşlık bağlamıyla, bir aidiyet harmonisine dönüştürebilmiş bir yönetim geleneğine sahiptir. Ama Suriye, Osmanlı sonrası neredeyse devletleşmesini bir türlü tam olarak olgunlaştıramamış bir ülkedir, hele ki Baas rejiminin darmadağın halde yıkıldığı şu günlerde, tam bir 'devletsizlik'le malüldür... Ve devletsizlikte tüm farklılıklar birer bölünme ve çarpışma ortamına düşer.
Yani Suriye her şeyden evvel Suriyelilerin hepsiyle bağdaşacak bir vatandaşlık bağı oluşturabilmelidir. Bu da kurulacak yeni rejimle sağlanacaktır. Lakin yeni rejim; eski tecrübeye benzer şekilde, belli bir kesimin yönetimde olduğu ama diğerlerininse kabullenilmediği hatta imha edildiği bir rejim olacaksa, vicdan sahibi olan kimsenin destekleyeceği bir rejim olamaz... Velev ki isminde İslam Devleti ibaresi dahi olsa, Suriye'deki tüm kesimlere temsil ve istişare hakkı tanımayan bir rejim, İslami değil ancak otokratik bir rejimdir. Tıpkı isminde Demokratik veya Cumhuriyet ifadeleri yer aldığı halde, bir tiran veya diktatör tarafından idare edilen ülkelerin demokrasi olamayacağı gibi...
Suriye'de kurulacak yeni sistemin, istişare, temsil yetkisi, söz hakkı, oy hakkı, güvenlik ve onur hakkı, hukuk güvenliği gibi meseleleri, Suriye'nin inşaat anlamında yeniden imar edilmesinden çok daha önemlidir kanımca...