Suriye'nin toprak bütünlüğü!

Rusya rejim eliyle yürüttüğü İdlib saldırılarına Suriye’nin toprak bütünlüğünü gerekçe göstermeye başladı.

Erdoğan’ın içerdeki ve dışardaki muhalifleri ise, Esed rejiminin, toprak bütünlüğünü sağlamak için kendi topraklarında operasyon yaptığını, bunun da son derece normal olduğunu, asıl garip olanın Türkiye’nin orada bulunması olduğunu yazıyorlar, söylüyorlar.

Hatta Kremlin sözcülerinden Zaharova, Türk askerlerinin şehadeti üzerine ‘Çağırılmadığınız ülkede saldırıya uğramanız normaldir’ şeklinde küstahça bir açıklama bile yaptı.

***

Hemen belirtelim ki Türkiye’nin İdlib’de ve diğer bölgelerde bulunması, milli güvenliğini koruması bağlamında uluslararası hukuka, Adana Anlaşması’na ve de Rusya ile yapılan 17 Eylül 2018 tarihli mutabakat ve 22 Ekim 2019’da yapılan Soçi Muhtırası’na dayanmaktadır.

Yani Türkiye’nin İdlib’de bulunmasının hukuki alt yapısı; Rusya’nın ve İran’ın hukuki alt yapısından daha güçlüdür.

İran ve Rusya sadece meşruiyeti sorunlu olan rejimin daveti üzerine oradadırlar ve savaş suçu işlemiş/işleyen bir rejime destek vermektedirler.

Türkiye ise hem uluslararası hukuk, hem Adana Mutabakatı hem de bizzat Rusya ile yaptığı iki antlaşmaya dayanarak bulunmaktadır.

4 milyon insanın maruz kaldığı trajediye yardım eli uzatmasını ise saymıyorum.

***

Gelelim şu toprak bütünlüğü meselesine.

Türkiye her münasebette Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmuştur/savunuyor. Sadece savunmakla kalmamış, bunu yazıya da dökmüştür.

Türkiye ile Rusya arasında imzalanan 22 Ekim 2019’daki Soçi Muhtırası’nın ilk maddesi : ‘Her iki taraf Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün muhafazasına ve Türkiye’nin milli güvenliğinin korunmasına olan bağlılıklarını teyit ederler.’ şeklindedir.

Suriye’nin toprak ve siyasi bütünlüğünü Esed’in temsil etmediği hususunda da ittifak vardır.

Evet, Rusya kendi çıkarı için eli kanlı rejimi maalesef desteklemektedir ama siyasi çözümün Anayasa Komitesi’nin çalışmalarına bağlı olduğunu da kabul etmektedir.

Aynı muhtıranın 10. Maddesi; ‘Taraflar , Astana mekanizması çerçevesinde Suriye ihtilafına kalıcı bir siyasi çözüm bulunması amacıyla çalışmalarını sürdürecek ve Anayasa Komitesi’nin faaliyetlerini destekleyecektir.’ şeklindedir.

***

Evet, Türkiye Suriye’nin toprak ve siyasi bütünlüğünü desteklemektedir ama bu bütünlüğü Esed’in değil, komite sürecinin belirleyeceği yönetimin sağlayacağını kabul etmiştir.

Çünkü Esed’in meşruiyeti sorunludur. Esed kimyevi silah kullanmak dâhil savaş suçu işlemiş bir örgütün başıdır. Halkının yarıdan fazlasının, zulmünden kaçmak zorunda kaldığı bir kriminal vakadır.

Suriye’de siyasi çözüm; yukardaki maddede işaret edilen Anayasa Komitesi’nin çıkaracağı neticeye bağlıdır.

Anayasa Komitesi rejimin, muhalefetin ve BM’nin belirlediği 50’şer üyeden oluşan 150 kişilik bir komitedir. Rusya rejimin, Türkiye muhalefetin garantörüdür.

Komite BM gözetiminde Cenevre’de çalışacak, çıkan sonuç Suriye halkına sunulacak, sonra geçiş dönemi başlayacak ve serbest seçimler yapılarak Suriye’nin yönetimi halkın seçeceği kadroya teslim edilecek.

***

Süreç böyle işleyecekti. Rusya ve İran da buna söz vermişlerdi ancak bu süreci bizzat baltalayan Rusya ve İran olmuştur.

Hem Cenevre’deki komiteyi rejim temsilcileri eliyle çalışamaz hale getirdiler hem de sahada rejime destek vererek saldırıları sürdürdüler.

Çünkü Rusya ve İran siyasi çözümü istemiyorlar.

Biliyorlar ki halkın önüne konacak sandıktan Esed çıkmayacaktır. Oysa her ikisinin de çıkarı Esed’in iktidarından yanadır.

Onun için ateşkesi sürekli ihlal ediyorlar, halkı yerinden yurdundan ediyorlar. Suriye’yi gerçek sahiplerinden arındırıp başka bir demografik yapıya zemin hazırlıyorlar.

***

Hülasa; Türkiye Suriye’nin toprak ve siyasi bütünlüğünü BM gözetimindeki anayasa komitesi sürecinin sonucunda oluşacak yönetimin temsil edeceği kararına sadıktır.

Rusya ve İran da kağıt üzerinde bunu kabul ediyorlar ama sahada kendi projelerini uygulamaya çalışıyorlar. Türkiye’nin de bu emr-i vakiye boyun eğmesini bekliyorlar.

Türkiye doğru olanı, hukuki olanı ve makul olanı yapmaktadır. Savaş istemediği için Şubat sonuna kadar mühlet vererek diplomasiye alan açmıştır, en son dörtlü zirveyi devreye sokmuştur.

Ama muhataplarının iki yüzlüğünü bildiği için de gereken askeri yığınağı yapmıştır.

Her ihtimale hazırlıklıdır.