Suriye’nin vahþeti, Türkiye’nin TIRlarý

Anadolu Ajansý’nýn CNN ile eþ zamanlý yayýnladýðý fotoðraflar, Suriye’deki Baas rejiminin vahþetini bir kez daha belgeledi.

Biz bunlarý, canýný kurtarmak için Türkiye’ye kaçan mültecilerin ve muhalefetin anlattýklarýndan biliyorduk elbette. Ancak þimdi durum daha da netleþti.

Korkunç acýlarýn ve iþkencelerin ispatý olan görüntüler, inþallah, Baas rejiminin katillerini uluslararasý mahkemelerde yargýlatacak ve mahkum edecektir. Dilerim er ya da geç olacaktýr bu.

Adaletin nihai adresi ise kuþkusuz, Mahkeme-i Kübra’dýr. Cehennem, zalimler için vardýr...

Yine de biz þimdilik dünyevi olana bakýp, dünyevi süreçleri konuþmalýyýz. Bu cümleden olarak, baþtan beri Suriye’de ne olduðunu bir toparlamak isterim.

Suriye’de ne oldu?

2011 baharý öncesindeki Beþar Esad rejimi, yine bir diktatörlüktü, ama bir iþkence ve katliam makinasý deðildi. Diktatörlükler, kitlesel iþkence ve katliama, durduk yere deðil, bekâlarýna yönelik bir tehdit olduðunda giriþirler çünkü.

Arap Baharý, bu tehdidi kapýya dayadý. Tunus ve Mýsýr’daki dikta rejimleri, daha ehven olduklarýndan, bekâdan vazgeçtiler ve çöktüler. Libya ve Suriye’nin diktatörleri ise bekâ uðruna her þeyi yapmaya karar verdiler. Kaddafi, Ýran, Rusya ve Çin gibi güçlü dostlarý olmadýðý için, bunu baþaramadý. Esad ise, hem öyle dostlara hem de mezhebî bir zemine sahip olduðu için ayakta kaldý.

Açýkçasý, “Suriye devrimi” keþke sivil kalabilse, yani silaha baþvurmasaydý. Ama rejimin barýþçýl gösterilere vahþetle cevap vermesi (ve 1982’de olanlarýn hatýrasý) buna izin vermedi. Sivil baþkaldýrý, silahlý isyana dönüþtü.

Zaman geçtikçe, rejimin vahþeti muhalefet kanadýnda da vahþet geliþtirdi. Yargýsýz infaz yapan, kelle kesen “mücahidler” çýktý ortaya. Bunlara onay verilemezdi, hâlâ da verilemez. Ama bunlarý ortaya çýkaran temel problemin rejim olduðu da gözardý edilemez.

(Bu noktada “cihad” ve “mücahid” kavramlarýna dair bir dipnot düþmek isterim: Batýlýlar [ve de “Batýcýlar”], bu kavramlarý duyunca duygusal bir reaksiyon gösteriyor, peþinen mahkum ediyorlar. Bu bir hata. Ama biz de bazen ayný kavramlara duygusal bir sempati gösteriyoruz ki, bu da aksi yönde bir hata. Cihad ediyorum diye ortaya çýkan adamlarýn hangi amaçla ve hangi yöntemle savaþtýðýna dikkatle bakmak lazým.)

Ne yapmak lazýmdý?

Peki Suriye’de yaþanan bunca vehamet karþýsýnda dýþarýdan ne yapmak lazýmdý?

Ben, rejimin vahþetinin belirginleþmesinden itibaren, epey marjinal bir görüþ olan “Libya tipi çözüm”ü, yani rejime havadan askeri müdahaleyi savundum. Ama ne BM Güvenlik Konseyi yol verdi buna, ne de NATO istekli çýktý.

Bu durumda, meþru muhalefetin, yani Özgür Suriye Ordusu’nun silahlandýrýlmasýný savundum. Savaþý kazanacaklarýndan deðil, ama en azýndan rejim karþýsýnda tutunabilmeleri ve bir diplomatik uzlaþýyý zorlayabilmeleri için. (Boþnaklar da, Sýrp ordusu karþýsýnda üç sene tutunmuþ, nihayetinde adalete deðilse de barýþa kavuþmuþlardý.)

Bu yüzden, son günlerin sýcak gündemi olan “Suriye’ye giden MÝT TIRlarý” meselesinin beni rahatsýz etmediðini belirtmek isterim. Eðer kamyonlarýn içeriði “insani yardým”ý aþýyor olsa bile, eðer meþru muhalefete gidiyorsa, bir vatandaþ olarak benim itirazým yoktur. (Son günlerin diðer sýcak meselesi olan “yolsuzluk” konusunda ise bilakis rahatsýzlýk duyduðumu ekleyeyim.)

Velhasýl, Türkiye’nin Suriye’de hesap hatalarý yaptýðý bir gerçekse de, ahlâken doðru olaný yaptýðý ve tarihin doðru yanýnda yer aldýðý da gerçektir. Ýç kavgalarýmýz, ne bu hakikate körleþtirmeli bizi, ne de Esad rejiminin belgeli vahþetine.