Baþbakan Erdoðan’ýn dünkü meclis konuþmasýyla Suriye’ye karþý takýndýðý tavýr, hem haklý hem ölçülüydü. Türkiye, uçak krizi nedeniyle bir savaþa soyunmadý, ama bu olayý sineye de çekmedi. Suriye’ye yönelik “çatýþma kurallarý”nýn çýtasýný yükselterek, bu ülkenin düþmanca tavrýna mukabele etti.
Bu ise, Türkiye hükümetinin Arap Baharý’nýn baþýndan beri izlediði doðru politikaya eklenen yeni bir doðru oldu.
Bu doðru politikanýn özü, “rejimlerin deðil, haklarýn yanýnda olmak”týr. “Falanca rejimle iyi iliþkilerimiz var, aman bozmayalým, iç iþlerine karýþmayalým” dememek, zulmün ve katliamýn karþýsýnda durmaktýr.
Ben, açýkçasý, bunu yýllar öncesinde de savunuyordum. 3 Mart 2005 tarihli Referans gazetesindeki “Þam Kahvesinin Acý Tadý” baþlýklý yazýmda, Suriye ile “dayanýþma” için Þam’a giden bir grup Türk aydýnýna atýfla þöyle yazmýþtým:
“Eðer Suriye demokratik bir ülke olsa, o zaman hem halkýyla hem de rejimiyle ayný anda ‘dayanýþabilirsiniz.’ Ama diktatörlüklerde, ikisinden birini tercih etmek gerekiyor. Ve eðer halký tercih ediyorsanýz, o zaman rejimden uzak durmanýzda fayda var.”
Boþa çýkan umutlar
Sonraki dönemdeyse Türkiye ile Suriye’nin arasý düzeldi. Bu ise doðru bir siyasetti, çünkü Baas rejimi, 2005’ten itibaren deðiþme sinyalleri vermeye baþladý. Lübnan’dan çekildiði gibi ülke içindeki demir yumruðu da biraz olsun gevþetti. Kasým 2005’te Suriyeli muhalif ve aydýnlarýn yayýnladýðý “Þam Deklerasyonu”, bu ortamda doðan demokrasi umudunun bir ifadesiydi.
Baþbakan Erdoðan’ýn dünkü grup konuþmasýndaki þu sözleri de, Ankara’nýn 2005 sonrasý Suriye’ye dair nasýl umutlandýðýný vurguluyordu:
“Baba Hafýz Esed otuz bin vatandaþýný öldürmüþken, Türkiye’ye karþý hasmane bir tutum sergiledi. Oðlu Esed ise umut verdi. Deðiþeceðini söyledi, deðiþtireceðini söyledi. Kendi halkýna haklarýný teslim edeceðini söyledi. Biz ‘oradaki Kürt vatandaþlarýmýz için de vatandaþlýk haklarýný ver’ dediðimde, bana ‘ne demek vereceðim’ dedi. Ama yapmadý.
Cumhurbaþkanýmýzýn, benim kendisiyle yaptýðýmýz [görüþme baþlýklarýnda] 17 yýl, 12 yýl mahkemeye dahi çýkarýlmadan orada duranlar vardý. Söylemeler söylemeler neticesinde serbest býraktý. Bunlar birkaç kiþi tabi, ama içerde binlerce kiþi yatýyor. Biz de verilen bu sözlerden dolayý memnuniyet duyduk. Umutlandýk. Ama gel gör ki umutlarýmýz hep boþuna çýktý. Çünkü doðru konuþmuyordu.”
Yanlýþ taraftakiler
Türkiye’nin o zaman Baas rejimini reforma teþvik etmesi ne kadar doðru ise, bu rejiminin katliam makinasýna dönüþmesi üzerine onu lanetlemesi de o kadar doðrudur. Kaldý ki Türkiye’nin Þam’ý ikna çabasý Arap Baharý’nýn ilk aylarýnda dahi sürmüþ, ancak bunun faydasýzlýðý ortaya çýktýktan sonra Ankara’nýn tonu sertleþmiþtir.
Dolayýsýyla da bazý muhalif seslerin hükümete sorduðu “ne oldu da eskiden dost olduðunuz Suriye ile çatýþýr hale geldiniz” sorusu, saçmadýr. Suriye’de “ne olduðu” bellidir çünkü: Baas rejimi bir yýlda on binden fazla vatandaþýný öldürmüþ, “þebiha” denen sadist katillerine kadýn ve çocuk katliamlarý yaptýrmýþtýr.
Bundan bile daha saçma olan muhalefet sesleri ise, kendilerini “Ýslamcý” sayan bazý çevrelerden, örneðin Saadet Partisi’nden gelen Suriye yanlýsý çýkýþlardýr.
Bunun sebebi de, Ortadoðu’yu en iyi bilen gazetecilerimizden Mustafa Özcan’ýn haklý teþhisiyle, söz konusu Ýslamcýlarýn giderek “Baasçýlaþmýþ” olmasýndan baþka bir þey deðildir.
Tam da 2000’lerin ortasýnda, Avrupa Birliði sürecini “Haçlý saldýrýsý”, Ak Parti’yi de “iþbirlikçi” diye lanetleyerek “ulusalcýlaþtýklarý” gibi...