Türkiye’nin etrafýndaki hareketlilik, hangi alanlarda ve ne düzeyde bizi etkiliyor? Bir adým ötesine geçersek bizi nasýl þekillendiriyor? Çok açýk ve net olarak ifade etmek gerekiyor ki, bu sorunun cevabýyla yeterince ilgilenmiyoruz. Oysa þu veya bu þekilde akýbetimizi doðrudan ilgilendiren bir sürecin tam ortasýndayýz.
Karar verici olarak tanýmladýðýmýz ve bir þekilde ülkenin kaderine yön verdiðini varsaydýðýmýz isim ve kesimler, mutlaka böyle bir olaðanüstü durumun farkýnda olmalý. Aksini düþünmek bile korkunç. Ancak bazý geliþmeler, bu farkýndalýðýn yetersiz olduðunu bize söylüyor. Yaklaþýk dört yýl önceki bir yazýmdan bazý alýntýlar yapmak istiyorum:
‘...Türkiye’deki Ýslami siyasi tecrübe, gerek uluslararasý merkezler tarafýndan, gerekse geniþ bir coðrafyada dikkatle ve yakýndan izleniyor. Milli Nizam Partisi ve Merhum Necmettin Erbakan eliyle baþlayan ve farklý isimler altýnda da olsa siyasi partiler üzerinden devam eden akýmýn, Ýslami tecrübenin ana damarý olduðu söylenebilir. Keskin bir kopuþ yaþanmýþ gibi görünse de, Tayyip Erdoðan liderliðindeki AK Parti’nin, bu damardan hala beslendiðini ifade etmek herhalde yanlýþ olmaz.’ (Star, 2 Eylül 2011)
Bu tecrübenin bize saðladýðý eþsiz avantajlar var elbette. Ama bunlarý yeterince deðerlendirdiðimiz söylenemez. Sürekli mazeret üreten, muhataplarýyla ilgili gerekçeleri öne sürerek kendisini avutan bir yaklaþýmla bunu yapmak cidden imkansýz. Bir büyük devlet gibi, medeniyet geleneðine sahip bir kavrayýþla hareket etme konusunda gösterdiðimiz tembelliðin, boþ vermiþliðin bizi getirdiði nokta bu.
Ne zaman bu tecrübenin siyaset dýþýndaki aktörleri konuþmaya baþlayacak? Ne zaman vicdanlar kanamaya baþlayacak yahut kanýyorsa eðer bunun yansýmalarýný göreceðiz? Ýþte belki de en vahim nokta burasý. Çünkü bahsettiðimiz tecrübenin diðer boyutlarý ne yazýk ki son derece cýlýz ve þu sýralarda hiç de iyi bir sýnav vermiyor.
Yine ayný yazýdan kýsa bir alýntý yapmak istiyorum:
‘...Türkiye’deki Ýslami tecrübe, sahip olduðu birikimi sadece siyaset kulvarýna boca ederek, tek boyutlu, zayýf ve entelektüel derinlikten yoksun bir geliþim göstermiþtir. Þimdilerde bu tecrübeyi zenginleþtirdiði iddia edilen dini yapýlarýn ya da akýmlarýn da ayný yolu tercih etmesi hazindir. Ýþte bu yüzden Suriye için ne yapalým diye sorduðumuzda aklýmýza siyasetten öte bir yol gelmiyor. Ýþte tam da bu yüzden attýðýmýz adýmlar cýlýz oluyor, bir baþkasýnýn hamlelerini göðüsleyecek cesamet ve kararlýlýðý bulamýyoruz.’
Mesele sadece DEAÞ deðildir. Onun acýmasýz eylemleri de deðildir. Ne biz, ne de bu coðrafya böylesi bir vahþetle ilk kez karþýlaþýyor. Ama asýl görmemiz gereken, bu yapýnýn temsil ettiði zihniyetin ve sözüm ona din anlayýþýnýn, bizim içimizde de karþýlýk bulmaya baþlamasý. Bunu istatistikler üzerinden okumaya çalýþmak, þu kadar nüfus içinde þunca adam nedir ki diye hafife almak bize pahalýya mal olabilir.
Bu zihniyetin geniþ kesimlerde karþýlýk bulmasýna hiçbir zaman ihtiyaç yok. Ancak eðer Türkiye’nin suskun Ýslami tecrübesi, olup biten karþýsýndaki duyarsýzlýðýný devam ettirir ve mesela Cumhurbaþkaný Tayyip Erdoðan’ý tasfiye etmeye dönük operasyonu, sýradan bir siyasi proje olarak görmeye devam edersek, bir avuç dediðimiz anlayýþýn baþýmýza neler açacaðýný inanýn tahmin bile edemeyiz.