Süt Bankası’ndan süt kardeşliğine

"Süt Bankası Projesi” olarak gündem yapan mesele, Sağlık Bakanlığı’nca “Süt Kardeşliği Projesi” şekline getirildi. Konu sadece Sağlık Bakanlığı’nı ilgilendirmiyor, meselenin dini içeriği bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve kadın/çocuk kısmıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını da ilgilendiriyor... New York’taki Birleşmiş Milletler toplantısını izlerken, kahvaltı esnasında Bakan Fatma Şahin ve Yardımcısı Aşkın Asan’la da konuşma fırsatımız oldu. Meseleyi ve toplumun hassasiyetlerini yakinen takip ettiklerini gördüm hatta Fatma Hanım samimiyetle sordu bu konuda ne düşündüğümü. Bunu önemsiyorum, çünkü “biz yaptık oldu” mahiyetindeki eski siyasetler, hakikaten eskide kaldı. Aile konusunda mesaisi olan sivil toplum örgütleri de konu hakkında görüş bildiriyor; “iyi niyetli, ama aceleci adımlarla gidilmemeli” dediler geçtiğimiz hafta.

Meselenin sadece Bakanlıklar arasındaki protokollerden ibaret olmadığını düşünenlerdenim. Süt anneliği, süt kardeşliği mevzuları ve bunun doğuracağı hukuk, devletten önce gerçek kişileri ilgilendiren bir durumdur çünkü. “Süt Bankası” tabirini ilk duyduğumdaki tepkim de bu “devletçi” bakış açısıyla ilgiliydi. Süt”, “anne” ve “çocuk” gibi kelimelerin “banka” gibi kapital bir kelimeyle iç içe geçirilmesi, vicdanı altüst edecek bir girişimdi. Bakan Müezzinoğlu’nun bu hassasiyeti fark ederek projedeki vurguyu, “Banka”dan “Kardeş”liğe geçirmesinde büyük isabet var. Fakat “proje” kısmıyla devletçi refleksi halen tartışabiliriz. Konuşmak ve anlaşmak, siyasetin de gereği.

***

Süt anneliği ve süt kardeşliği, Kuranı Kerim’de zikredilen bir bahistir ve medeni anlamda hukuki sonuçları olan, bağlayıcı bir durumdur. Nisa Suresi, 23. ayette evlilik yasakları bağlamında; “Sizi emziren analarınız size haram kılındı” der. Buhari ve Müslim’de geçen bir hadiste: “Nesepçe haram olanlar, süt yoluyla da haram olurlar” beyanı vardır. Fıkıhta bebeğin anneyi kaç kere emdiği tartışması yapılmış olsa da Hanefi ve Maliki hukukçularına göre, sayı veya miktara bakılmadan sütü emen evlat olur, sütü verense ana.

Ülkemizdeki “süt anneliği” pratiği, diğer İslam toplumlarıyla kıyaslandığında çok yaygın değildir diyebiliriz. Nesiller arasında da bu konuda ciddi farklılıklar vardır. Modern çalışma hayatı, annenin çalışma zorunluluğu, bebek bakımı ve beslenmesi gibi konularda değişen ve çeşitlenen imkanlar çerçevesinde, “süt anneliği” pratiği azalmıştır. Lakin son tıbbi keşifler vadisinde “ana sütü”nün değeri yeniden fark edilmiştir. Hiçbir ek mama, süt veya gıda anne sütünün yerini elbette tutamaz. Peki o halde anne sütünün yetişmediği yerde ne yapacağız?

Bakanlığın gündeme getirdiği süt dayanışması, bir devlet politikası mahiyetinde değil de kişilerin tercihi olarak özendirici cihette bir teklif olarak içerik kazanabilirse, ne mutlu!

Bunun elbette medeni sonuçları da var. 1970’te Kahire’de, 1974’te Beyrut’ta, 1985’te Şam’da konuyla ilgili tertip edilmiş fıkıh toplantıları ve basılmış eserlerde zikredildiğine göre; “anne sütü bankası” uygulamalarında sütlerin bir araya toplanması hadisesinde, katılım miktarına bakılmaksızın tüm süt veren kadınlar, süt anne statüsündedir. Şayet sütler bir araya toplanıp karıştırılmıyorsa, süt anne ile süt evlat arasındaki ilişki kayda geçirilmektedir.

Peki süt anne ile emzirdiği çocuk arasındaki ilişki, uzaktan ve kurumsal bir ilişki midir? Savaş, açlık, doğal felaket gibi zorunlu durumlar dışında, süt anneyle çocuğun ilişkisi marketten alınan “kutu süt” mesabesine indirgenemez. Peygamber Efendimizin (sav) süt annesi ve süt kardeşleriyle vefat edinceye kadar süren güzel ilişkisi bu konuda hepimize örnektir.

Yukarıda tartışmaya açık bıraktığım şerh de, tam bu konuyla ilgilidir. Devlet veya banka, anayla çocuk arasındaki kalbi bağı projelendiremez. Özendirici tekliflerde bulunulabilir, ama anayla çocuk arasındaki ilişkiyi analarla çocuklar kurar. Bu, yasaların da üstünde bir şeydir.