FETÖ’nün, oluþum ve konuþlanma süreci tam bir Ýngiliz tarzýdýr.
“Ýslamiyet’i bütün dünyaya yayan bir hizmet hareketi” gibi görüp, devletin en kritik kademelerine sýzma sinsiliði, Ýngiliz Krallýðý’nýn; Osmanlý Ýmparatorluðunu yýkma sürecindeki strateji ile birebir örtüþüyor.
Batý ve uþaklarý 15 Temmuz’da finali alabilselerdi, Ýngiliz imalatý “Vahhabilik ve Suudi Arabistan”ýn Türkiye versiyonu bir “Fetullahçýlýk ve Gülenistan” inþa edeceklerdi.
Böylece Türkiye de, Amerika’nýn “muti müttefiki” olacaktý.
Suudi Arabistan’ýn, Ýsrail zulmüne yoðun destek verirken, Türkiye’ye karþý bu kadar hasým politikalar izlemesi tesadüf deðildir.
“Vahhabiliði Amerika’nýn talimatý ile dünyaya yaydýk” diyen Muhammed Bin Selman, aslýnda nasýl bir proje olduklarýný da itiraf etmektedir.
O halde, Suudi yönetimin gen haritasýný oluþturan Vahhabiliðin doðuþunu biraz yakýndan inceleyelim.
16. asýrda donanmasýný güçlendirerek sömürge seferberliði baþlatan “Birleþik Krallýk”, karþýsýna çýkan Osmanlý engelini mutlaka ortadan kaldýrmak istiyordu.
Hilafeti daðýtmadan Osmanlý’yý parçalamanýn mümkün olmadýðýný da biliyorlardý.
O halde “tarihi hedef” belli olmuþtu:
Ýslam’da fitne çýkararak Arap dünyasýný Osmanlý’ya karþý kýþkýrtmalarý gerekiyordu!
***
Ýlk iþ olarak padiþahý, þeyh-ül Ýslam, þah ve Þii alimi gibi kritik mevkideki þahsiyetlerin kopyalarýný yetiþtirip, asýllarýnýn yaþam þartlarýný oluþturdular.
Planlarýný önce bu “kopyalar”da deniyor, onlarýn verdiði tepkilere göre en uygun stratejiyi belirliyorlardý.
***
Bu çerçevede gönderilen onlarca Ýngiliz casusundan biri de “Mr. Hempher”dir.
1710 yýlýnda “temel eðitim” için “Muhammed kod adý” ile Ýstanbul’a gönderilen Hempher; Kur’an’ý Kerim’i hatim edip, Osmanlýca ve Arapçayý da iyice öðrendikten sonra Irak’ta görevlendirildi.
Verilen hedef þuydu:
“Müslümanlar arasýndaki Þii-Sünni-Alevi ihtilafýný þiddetlendirebilirsen, Ýngiltere’ye en büyük hizmeti yapmýþ olacaksýn. Osmanlý Devletini ancak böyle yýkabiliriz. Senin vazifen, ahaliyi isyana sevk etmektir! Tarih, bütün darbelerin, halkýn ayaklanmasýyla baþarýlý olduðunu göstermiþtir.”
Ýlk duraðý olan Basra’ya yerleþip, kamuflaj için Müslüman bir marangozun yanýnda iþe giren “Ýngiliz Muhammed”, projesine uygun bir “baþrol oyuncusunu” gözetlemeye baþladý.
Hempher bu süreci hatýralarýnda þöyle anlatýyor:
Marangozhaneye arada bir, yüksekten konuþan, asabi bir delikanlý uðruyordu.
Sürekli Osmanlý’yý ve Ýslam alimlerini kötülüyor, “Kur’an’da dört mezhepten birine tabi olmak hakkýnda hiçbir delil yok” diyordu. Hatta Hadisleri ve Ebu Bekir, Ömer gibi sahabenin görüþlerini de hiçe sayýyordu.
Aradýklarýmý bu gençte bulmuþtum.
Zira dört Halifeye önem vermeyiþi, Kur’an’ý ve Sünneti anlama hususundaki “müstakil” görüþleri en zayýf noktasýydý. Kendini beðenmiþliðini iyi kullanarak onu elde edebilirdim.
***
Bu Necdli genç ile çok yakýn arkadaþlýk kurdum.
Onu daima övüyor, “Ýslam’ý cihana yayacak âlim sensin” diyordum, çok hoþuna gidiyordu.
Kur’an’ý, müfessirlere muhalif; kendi fikirlerimize göre tefsir etmeyi kararlaþtýrdýk.
Zaman ilerledikçe, “sarhoþ etmeyecek kadar içki içmenin haram olmadýðýný (!) oruç ve namazýn farz olmadýðýný (!)” söyledim. Ýtiraz etti ama Kur’an’dan aktardýðým (!) bazý mantýk oyunlarýyla ikna ettim.
Bu konularý tefsirimizde bu mutabakatlarýmýza göre iþliyorduk.
Hempher Necdli gence sürekli olarak, “doðrudan Kur’an’dan ilham alarak kendi anladýklarýna göre hareket etmesi gerektiði”ni telkin ediyordu:
Kendisine, Sünnilik ve Þiilik haricinde bir yol tutmasý gerektiðini söyledim. Bu fikrime o da önem veriyordu, zira maðrur biriydi.
Ondan hiç ayrýlmadým. Hiç yalnýz býrakmýyor; konuþtuklarýmýzý muhakeme fýrsatý vermiyordum.
Sömürgeler Bakanlýðý’na her ay gencin durumu ile ilgili rapor gönderiyordum.
***
Bir gün, þöyle bir rüya uydurdum:
Dün gece Peygamberimizi rüyada gördüm. Bir kürsüde oturuyordu, siz girdiniz. Yüzünüz nur gibi parlýyordu. Peygamber yerinden kalktý, iki gözünüzün arasýný öptü ve “Sen benim adaþým, ilmimin vârisisin” dedi. Sen, “Ya Rasulallah, ben ilmimi insanlara açýklamaktan korkuyorum” dedin, “Sen büyüksün, hiç korkma” diye cevap verdi.
Sevincinden uçuyordu, yeni bir mezhep (!) kurmaya karar verdi ki, bu karar benim için kariyerimin zirvesi demekti...
***
Kýsaltarak aktardýðýmýz hatýralar uzayýp gidiyor...
Suudi Prens Muhammed bin Selman, ‘kral’ gibi prenslik döneminde, ilk fýrsatta gittiði Ýngiltere’de Kraliçe Elizabeth önünde saygýyla þükranlarýný sundu.
Hempher’in özenle yetiþtirdiði genç “Muhammed bin Abdülvahhab Necdî” idi.
Birlikte kurduklarý “mezhep”(!) ise yýllar sonra Suudi Arabistan rejiminin esaslarýný teþkil edecek olan “Vahhabilik” idi...
***
Vahhabiliðin, her biri Hempher’in telkinleriyle oluþturulan ve (haþa) “Vahhabi olmayan kafirdir” diye baþlayan 10 civarýnda “ilke”si var.
Basra’daki bu baþarýsý sebebiyle Ýngiliz Sömürgecilik Bakanlýðý’nýn gözdesi haline gelen Hempher, Londra’daki strateji merkezinden aldýðý yeni emir ve taktiklerle, Kerbela ve Necef’’te Þiileri tahrik etmek üzere yeni bir görevle yola çýkar...
Biz burada Hempher’den ayrýlalým ve Muhammed bin Abdülvahhab’ýn, Suudi Arabistan’a uzanan yolculuðunu izleyelim.
Muhammed bin Abdülvahhab “teblið”e baþlayacaktý ama korkuyordu.
Ýngilizlerle Ýsfehan’da yürüttüðü pazarlýklar sonucunda, “Müslümanlarý tekfir etmek, öldürmek, mallarýna, namuslarýna el koymak helaldir, Halifeye itaat caiz deðildir, Mekke ve Medine’dekiler baþta olmak üzere; bütün türbelerin yýkýlmasý gerekir” gibi maddelerden oluþan 6 þartý kabul etmesi karþýlýðýnda, “Görüþlerini açýklayýnca muhatap olacaðý saldýrýlardan korunma garantisi” alan Necdli Muhammed artýk “kendi mezhebini” yaymaya baþlayabilirdi!
Bunun için memleketi olan Necd’e gitti.
Ýngiliz Krallýðý, bu çalýþmalarýn aksamadan yürütülmesi için Hempher’i de Necd’e gönderdi. Ve Muhammed bin Abdülvahhab, 1730’da Vahhabiliði teblið etmeye baþladý.
Önce dar bir çerçevede baþlayan bu çalýþmalar yavaþ yavaþ geniþletildi.
Hempher hatýralarýnda, bu süreci þöyle anlatýyor:
“Davet yayýldýkça, muhalifleri çoðalýyordu. Onu korumak için, etrafýna muhafýzlar koydum. Ve onlara istedikleri kadar para verdim. Fazla hücum yapýldýðý zaman, davetten vazgeçmek istiyordu ama azmini kamçýlýyordum, ‘Peygamber senden daha fazla eziyet gördü’ diyordum.”
Necdli Muhammed’e verilen “devlet kurma” sözünü yerine getirmenin zamaný gelmiþti.
“Londralý Muhammed” Hempher bu ayrýntýyý da þöyle anlatýyor:
Sömürgeler Bakanlýðý, Deriye Emiri Muhammed bin Suud’u, Krallýðýn desteðiyle, Muhammed bin Abdülvahhab ile Vahhabilik esaslarýna göre bir devlet kurmaya ikna etti. Bana da bu iki “Muhammed” arasýnda muhabbet tesis etme görevi verildi.
Deriye þehrini merkez yaptýk. Devletin resmi dini olarak da Vahhabiliði tesis ettik. Bakanlýk, yeni hükümeti gizlice destekliyor ve takviye ediyordu.
Arapçayý ve çöl muharebesini çok iyi öðrenmiþ 11 Ýngiliz subayý; köle ismi altýnda satýn alýndý. Planlarý, bu subaylarla beraber hazýrlýyorduk.
Vahhabilik isyanlarýnýn Osmanlýlar için önemli bir mesele haline gelmesi üzerine Mýsýr Valisi Kavalalý Mehmed Ali Paþa’nýn oðlu Ýbrahim Paþa 1818’de, Deriye’yi bastý Ýbni Suud ve dört oðlunu esir alýp Ýstanbul’a gönderdi ve Vahhabilik isyaný sona erdi.
Ancak kaçarak kurtulmayý baþaran Suud hanedanýndan Türki bin Abdullah, 1821’de yeniden faaliyete baþladý.
Uzun mücadele ve çekiþmeler ve Ýngilizlerin hiç kesilmeyen destekleri sonucu 26 Aralýk 1916 tarihinde Abdülaziz bin Suud, Vahhabi devletini yeniden kurdu ve Ýngilizlerle yaptýðý bir anlaþma ile hükümdarlýðýný ilan etti.
Bu anlaþmaya göre Abdülaziz’in seçeceði veliaht da Ýngilizlere baðlý kalacaktý.
Birinci Dünya Savaþý’nda Osmanlý’nýn yenilmesini fýrsat bilen Vahhabiler, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdi ve Abdülaziz bin Suud, 1926’da Necd ve Hicaz Kralý olarak kabul edildi.
Nihayet, Abdülaziz bin Suud, 20 Mayýs 1927 tarihinde Ýngiltere ile danýþýklý olarak Suudi Arabistan Kralý ilan edildi. Ýngiltere’ye baðlýlýk þartý resmiyette kaldýrýldý ise de vesayet sistemi ile devam etti.
Ortadoðu’yu Osmanlý’dan koparmak için çevirdiði entrikalarýn sembol ismi haline gelen Lawrence, aslýnda iki asýr boyunca Ýngilizlerin Ýslam beldelerinde yüzlerce “Lawrence” ile ördükleri fitne kemerlerinin kilit taþýdýr.
Suud ve diðer Arap yöneticilerin hiçbir zaman tebanýn ne düþündüðü endiþesi olmamýþtýr.
Tam aksine, reel olmayan politikalarýný uygulayabilmek için halkýn kapalý toplum olarak kalmasýný yeðlemiþlerdir.
Dolayýsýyla, “Ilýmlý Vahhabilik” söylemleri tamamen dýþ dünyaya yönelik politik bir adýmdýr.
Ýçerde ise, Ýsrail ile müttefiklik noktasýna gelen savrulmanýn halk nezdinde oluþacak travmalarýný yatýþtýrmaya yönelik bir rüþvettir.
Vahhabilik esaslarý üzerine kurulu Suudi Arabistan pratiðine bakýldýðýnda bu sapýk esaslarýn halk nezdinde pek makes bulmadýðý görülür.
Ýngilizlerin, kuruluþ aþamasýndaki yoðun destekleri karþýlýðýndaki taleplerinden biri de “Vahhabiliðin bütün Ýslam ülkelerinde yayýlmasý þartý” idi.
Prens Muhammed Bin Selman bu aþamada Amerika’nýn da talimatý olduðunu açýklamýþ ise de zaten dünyadaki þeytani adýmlarda, bu iki devleti ayrý olarak düþünmek gerçekçi bir tespit olmaz.
Suudi Arabistan yýllarca, petrol gelirinin büyük bir kýsmýný Vahhabiliði dünyaya yaymak için harcadý.
Bilhassa Müslümanlarýn saðlam dini bilgilere sahip olmadýðý bölgelerde Vahhabilik, Ýslamiyet olarak sunularak insanlar aldatýlmaktadýr.
Ancak bu sapýk inanç, Ýslamiyet’in en doðru uygulandýðý Türkiye’de, bir kýsým “okumuþ kesim” dýþýnda asla karþýlýk bulmamýþtýr.
***
Suud yönetimlerinin bu inanç zaafýna þimdilerde de çok sivri bir Ýsrail yandaþlýðý eklenmiþtir.
Bu gerçekler ortadayken Ýslam âlemi, Mekke ve Medine’yi daha fazla “iþgal” altýnda býrakmamalý; yeni bir statü belirlemelidir.