Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Suudi Arabistan’ın bir yayın organında PKK’lı Rıza Altun’la röportaj yayınlandı ve bu kişi PKK’nın dışişleri bakanı olarak tanıtıldı. Suudi Arabistan’daki basın yayın organlarının hepsinin resmi nitelikte oldukları düşünülürse, bu röportajın “devlete” rağmen olmadığı söylenebilir.
Bu olay, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde Suudilerin kimi tuttuğunun ifşa edilmesi anlamına geldi.
Söz konusu röportaj, aslında Suudi Arabistan’ın uygulayacağı politikanın da bir anlamda haber verilmesi anlamına geliyordu. Zira 2018’in daha ilk ayında Zeytin Dalı operasyonu sırasında PKK/PYD’nin Suudilerle görüştüğü ve yeni destekler aradığı TSK’ya dayandırılarak Türkiye’de haber oldu.
Nisan 2018’de ise, Suudi Arabistan PKK/YPG’ye 300 TIR dolusu yardım gönderdi. Gayet tabi, bu yardımların tümü temel ihtiyaç malzemeleri ve gıda değildi. Bir ay sonra Suudi Arabistan PKK/YPG ile birlikte savaşacak bir Arap Birliği kurulmasını önerdi; bu uğurda çalışacaklara da yüksek maaş verileceğini duyurdu.
Son olarak, Bayram öncesinde PKK/YPG’ye 100 milyar dolar hibe yardım yaptı. Yardım, bölge istikrarı için dendi.
Suudi Arabistan’da resmen açıklanmayan darbeler sonrasında gücü elinde toplayan Kral Selman’ın “Batı”nın hoşuna gidebilecek bazı uygulamalar ile sempati kazandığına şüphe yok. Özellikle “kadınlara” yönelik rötuş niteliğindeki bazı adımların Suudilerin değiştiği yönünde kanaatler oluşturması beklenmiş olabilir.
Oysa, mesele Suudilerin demokratik bir yeniden yapılanma sürecine girmeleri değil; dünyada bunu talep eden de yok, isteyen de. Mesele Suriye’de, Yemen’de, Körfez’de ve hatta Afrika’daki İran genişlemesinin püskürtülmesi... Sorun şu ki, bu çerçevede Türkiye ile aralarında büyük görüş ayrılığı olmaması beklenir. Esad’ın devrilmesi, İran-Suriye bağının kesilmesi ve buna benzer bir strateji Türkiye’nin de savunduğu konular.
Ancak Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki temel fark, İran’ın geri çekilmesi sağlandıktan sonra yerine getirilecekle ilgili.
2016 yılında Türkiye’nin terörle mücadelesini desteklediğini açıklayan Suudi Arabistan’ın tutumunu bu kadar radikal biçimde değiştirmesinde gayet tabi Trump’ın 2017 başında iktidara gelmesinin büyük etkisi var. Daha iktidarı resmen devralmadan ilk yurt dışı seyahatini Suudi Arabistan’a yapan Trump, orada Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır ile nasıl bir “Kutsal İttifak” kurulacağını zaten dünyaya göstermişti.
Dolayısıyla Suudi Arabistan, “Kutsal İttifak”ın gereğini yapıyor; ülkenin uzun vadeli geleceği için değil, ABD’nin İsrail’i koruma yemini adına faaliyet gösteriyor.
Söz konusu siyaset ABD-Türkiye ilişkilerindeki çatlağın büyümesinin en önemli nedenlerinden birisi. Yangına benzin taşıyan Suudi yönetimi, Kürt devleti tehdidiyle Türkiye’nin “razı” edilme baskısına katkı sağlıyor.
Şaşırtıcı olan ise ABD’nin Afganistan’dan hiç ders almamış olması. Suudilere güvenerek Afganistan’ı Sovyetlerden kurtarmayı öngören ABD, kendisine en fazla zarar veren düşmanı elleriyle yaratmıştı. Afganistan’da Somali’de Suriye’de ve başka yerlerde El-Kaide ya da DEAŞ gibi örgütlerle mücadeleyi kazanmış olsa, diyeceğiz ki sonuçları ABD’ye yaradı.
ABD, buralardaki varlığını başkalarına devredip gitme arzusunda. Belli ki Suudiler de ABD’den boşalan yerlere talip. PKK bu açıdan kullanılıyor olabilir; ancak Suudilerin alenen Türkiye’yi zorlayan bir politika uygulamasının bölgeye, ABD’ye, Suudilere ve hatta İsrail’e orta vadede yararı olmayacağı açık.
Herkese iyi bayramlar.