Elim Soma faciasýnýn ardýndan meselenin “ilahiyatý”na dair farklý görüþler ifade edildi. Ama kanýmca bunlarýn en isabetlisi, Diyanet Ýþleri Baþkaný Mehmet Görmez’in konuyla ilgili yorumlarý oldu. Geçen hafta Mardin’de düzenlenen Ýl Müftüleri Konferansý’da konuþan Prof. Görmez, “kader” itikadýnýn tedbirsizliðe bahane olarak kullanýlmasýna karþý çýkarak þöyle dedi:
“Yaratýcýnýn sonsuz kudretini yok saymak ne kadar yanlýþsa, insanýn suç ve sorumluluklarýna ilahi kudret üzerinden mazeret üretmek de o kadar yanlýþtýr.”
Diyanet Ýþleri Baþkaný’nýn bu yorumu, basýnda dikkat çekti ve yanký buldu. Ancak en az bunun kadar önemli olan, dahasý onun felsefi zeminini oluþturan bir yorumu daha vardý ki, yeterince dikkat çekmedi. Onun için ben o bahsi biraz büyüteç altýna almak istedim.
Evvela Sayýn Görmez’in ne dediðini aktarayým:
“Tabiat Müslüman’dýr ve tabiat yasalarý Allah’ýn yasalarýdýr. Allah, biz insanlara bu yasalarý anlama kabiliyeti vermiþ, bizden bu yasalara uygun hareket etmemizi emretmiþtir. Allah’ýn emrine ve rýzasýna uygun olan, fiziki olarak bu facianýn oluþmasýna neden olan sebepler karþýsýnda gerekli tedbirlerin alýnmasýdýr .”
Ve hemen belirteyim: Bu yorum, Ýslam düþüncesinin daha aklîleþmesi ve bilimselleþmesi açýsýndan önemli bir açýlým içermektedir.
Çünkü, Ýslam düþüncesinde “tabiat yasalarý” kavramýna sýcak bakmayan bir düþünce ekolü de vardýr. Bu ekole göre, “tabiat yasalarý” bir yanýlsamadýr, çünkü her olay birbirinden baðýmsýz olarak yaratýlmaktadýr. Ateþin pamuðu yakmasý, bir sebep-sonuç iliþkisi içinde gerçekleþmez; bunu böyle görmek imani zaaftýr.
Buna karþýlýk, sebep-sonuç iliþkisini kabul etmenin imani bir zaaf olmadýðýný, bilakis ilahi kudretin keþfi olduðunu savunan, dolayýsýyla tabiata daha “bilimsel” bakan bir ekol de vardýr.
Bazý bilim tarihçilerine göre, Ýslam medeniyetinin ilk beþ asrýnda parlak bir “bilim çaðý” yaþanmýþken, bunun giderek duraksayýp sönmesi, üstte anlattýðým ilk ekolün ikincisine baskýn gelmesiyle yakýndan iliþkilidir. Dini ilimlerde de “akýl” yerine “nakil” düsturunu esas kýlan da, ayný dinamiktir.
Bu eleþtirileri, sýrf Batý’da da dile geldiði için, “Oryantalizm” kavramýyla savuþturmak isteyenler olabilir. (Zaten giderek her alanda kullanýþlý bir “eleþtiri kalkaný” haline geliyor söz konusu kavram.) Kendilerinden tek ricam, iki dakika ayýrýp aþaðýdaki iki hususu düþünmeleri.
Birinci husus, tabiat yasalarýný Allah’ýn yasalarý olarak kabul etmenin, çok daha tutarlý bir ilahiyat zemini oluþturmasýdýr. Çünkü, aksi halde, depremlerin niçin ahlakî “sefahat yuvalarý”nýn altýnda deðil de jeolojik “fay hatlarý”nýn üstünde oluþtuðunu izah etmekte zorlanýrýz. Yahut maden kazalarýnýn niçin müstekbirleri deðil garibanlarý vurduðunu...
Öte yandan, Allah’ýn kudretini sadece “mucize”lerde (yani doða üstünde) aramak yerine, bizatihi doðanýn kendisinde görmekle, daha saðlam bir imani zemin kazanýrýz. Yaðmurun nasýl yaðdýðýnýn bilimsel açýklamasý, ilahi kudretle çeliþmez; onun tefsiri olur.
Ýkinci husus, tabiat yasalarýný Allah’ýn yasalarý olarak kabul etmenin, dini dikkati doða üstünden doðal olana yöneltecek olmasýdýr. Bu sayede, Görmez’in ifadesiyle, “facianýn oluþmasýna neden olan sebepler karþýsýnda gerekli tedbirlerin alýnmasý” mümkün olur.
Sözgelimi, güvenli bir araba yolculuðu yapmak isteyen bir Müslüman, bunun esas yolunu “muska taþýmak”ta deðil, trafik kurallarýna uymakta ve kemer takmakta arar.
Bu da sekülerleþmeye deðil, dindar kalarak aklîleþmeye ve bilimselleþmeye tekabül eder ki, Müslüman dünya için hava kadar, su kadar elzemdir.