Salýlarý yazmýyorum, okuyucularým biliyor. O bakýmdan yeni hükûmete dâir ne varsa diðer arkadaþlarýn nasýl olsa ele alacalarýný ve bu konuda Çarþambaya artýk benim için söylenecek bir þey kalmayacaðýný tahmîn etmem zor deðildi; nitekim aynen öyle oldu. Ama þu kadarýný da eklemeden edemeyeceðim:
Yeni kabineyi çok olumlu buluyorum. Bu ekip normal olarak adamakýllý baþarýlý olur gibime geliyor.
Öte yandan gerek iç ve gerek dýþ politika alanlarýnda kendisini bekleyen olaðanüstü zor meseleler karþýsýnda bayaðý zorlanacaðýný tahmîn etmek de güç deðil.
Buna bir de artýk gözü kararmýþ bir nefrete varan Tayyib Erdoðan paranoyasýyla her türlü engellemeye hazýr görünen CHP unsurunu da eklerseniz Ahmet Dâvutoðlu Kabinesi’nin kaç cebhede birden mücâdele etmek mecbûriyetinde kalacaðýný kestirmeniz daha da kolaylaþýr.
Bununla berâber ben þahsen yeni baþbakanýn tam da bu iþ için âdetâ biçilmiþ bir kaftan olduðu görüþünü serdetmeden geçemeyeceðim.
Dâvutoðlu, o yumuþak ve sâkin görünümü ardýnda, bana öyle geliyor ki, fevkalâde azimli, daha doðrusu inatçý bir “kavga” adamý. Tabii kavga derken yumruklaþmayý deðil, bir dâvâ uðruna ortaya çýkmayý kasdediyorum.
Zâten Kemâl Kýlýçdaroðlu da politik mücâdeleyi o tür bir itiþ-kakýþ olarak telâkkî eden bir karakter olmadýðý için biz sýradan vatandaþlar (sahte tevâzû!!!) hiç deðilse bu hususda müsterîh olabiliriz.
Türkiye’de seviyeli ve geniþ ufuklu siyâsî tartýþmalar ne de olsa pek öyle ahvâl-i âdiyeden sayýlmýyor hâlâ...
* * *
Þu “dinleme” olayýyla ilintili olarak ortaya çýkan diðer bir vâkýa ise bence bizâtihî olayýn kendisinden daha da önemli:
Almanya’nýn “resmen ve alenen” Türkiye’yi “dost” bir ülke olarak kabûl etmediðini ifâde etmesi!
Gerçi özellikle Türk-Alman münâsebetlerine ve genellikle de enternasyonal iliþkilere az-buçuk vâkýf olanlar bu “dostluk” kavramýnýn aslýnda ancak ve ancak “gerçek þahýslar” yâni insanlar arasýnda sözkonusu olabileceðini ve “hükmî þahýslar”; yâni þirketler, kulübler, dernekler, partiler, devletler vs. için böyle bir durumun aslâ vârid bulunamayacaðýný, zîrâ eþyânýn tabiatýna aykýrý olduðunu zâten bilirler.
Bu ise ne iyi ne kötü bir durumdur; sâdece bir durumdur.
Nasýl ki meselâ bir bisikletin Fransýzca konuþamamasý da iyi yâhut kötü sýfatlarýyla tavsîf edilemez.
Bu da nihâyet bir durumdur ve bir bisikletden Fransýzca konuþmasýný zâten kimse beklemez.
Bu dostlukdu, yok ebedî bilmem neydi filan gibi lakýrdýlar diplomasinin makiyyaj malzemesidir.
Esâsý aranýrsa üst dereceli sayýlabilecek bir Alman diplomatýn, bu sözleri “aðzýndan kaçýrmýþ” olabileceðine de ben ihtimâl vermiyorum.
Bâzen bâzý sözler bir diplomatýn aðzýndan da kaçabilir ama bunun bir haddi hudûdu vardýr.
O halde o diplomat (Almanya!) ne demek istedi?
Hani yaygýn lafdýr: Konuþdu ama ne dedi?
Bir kere þunu kesin olarak bilelim ki “Ham hum þaralop!” demedi.
Benim anlayabildiðim kadarýyla bu sözler artýk iþlerin ciddîye binmeye baþladýðýna delâlet ediyor.
Türkçesi Almanya Türkiye’ye diyor ki “Bak, Azîzim; berâberce epeyi zamandýr epeyi hoþça vakit geçirdik. Balkanlar’da Kafkasya’da, Brüksel’de, Ortadoðu’da þurda burada hep berâber bayaðý eðlendik. Bu arada sana da, aslýnda bizden biri olmamana raðmen, sanki bizdenmiþsin muâmelesi çekdik. Hattâ salona girip bizlerle birlikde sofaya oturmana dahî katlandýk.
Aslýnda senin bir Osmanlýolduðunu ve o bakýmdan kat’iyyen âileye katýlamayacaðýný sana meskût geçdik. Zâten sen de aslýný inkâr ederek o Osmanlýlýk “yükünden” kurtulmak uðruna yapmadýðýn þaklabanlýk býrakmamýþdýn ki bu da bizim iþimizi kolaylaþdýrýyordu.
Ama artýk parti bitdi! Sâhici mesâî zamâný baþladý!
O bakýmdan tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna!”
Olan budur!
Bunun ne anlama geldiðini ise müsaadenizle gelecek sayýya býrakalým ki heyecanlý olsun!