Beşiktaş’ın Antalya’ya elendiği maçtan sonra “Bu kadro kısıtıyla buraya kadar” diye yazmıştım. Tam “Eh, artık iş tek kulvara indi, görece rahatlık sağlar” dedik, bu kez de G.Birliği maçında Fernandes-Oğuzhan ikilisinin yokluğuyla yüzleştik. Kaygılar arttı. İlk gol girişimini dk. 33’te üreten Beşiktaş, kaygıları doğrulayacak gibiydi. Ama kalan bölüme 13 gol girişimi daha sığdırmayı bildi.
Üç sezondur artık yazmaktan bıktığım bir husus var: Modern futbolda işin anahtarı orta saha kurgusudur. Hatlar birbirine yakın, topu olabildiğince ayağında tutarak ve yardımlaşmalı oynarsa, orta saha ofansif üretkenlik sağlar. G.Birliği maçında orta üçlünün son bir saatlik bölümde az çok başardığı şey bu. Geçen sezon da yine Fernandes’in olmadığı bir dönemde benzer bir üretkenlik yakalanabilmişti. Bunları yazarak ne demeye çalışıyorum?
Bir süredir takıntı haline getirdiğim bir formül daha var: “Modern futbolu 90 dk’ya yaymak.” Beşiktaş belli oyun ilkelerini maçın tamamına yaymayı başarırsa ligde fark yaratabilir. Yoksa bu inişli çıkışlı çizgi sürer. Ligimizin futbol kalitesine bakınca umutlu olmakta zorlanıyorum. Ama Beşiktaş’ın böyle anlarda fark yaratmak gibi bir geleneği de var. Onunla avunuyorum. Çünkü Türk futboluna “istikrar” sözcüğünü Gordon Milne’li Beşiktaş sokmuştur.
Diyeceğim şu: Kadro kalitesi ve genişliği elbet önemlidir, ama kalıcı bir oyun anlayışına sahip olmak çok daha önemlidir. Wenger’li Arsenal buna iyi bir örnek. Kimi sezonlar kadro kalitesi tavanda oldu, kimi sezonlar beklenenin çok altında. Ama oyun anlayışındaki istikrar her zaman belli bir futbol kalitesi sağladı. Beşiktaş’ta kadro kısıtı derken buna işaret ediyorum: Beşiktaş’ta bir şablon oluşuyor, ama 12-13 ad çevresinde dönüyor. Yedek kulübesindeki adlar zihinsel olarak bu şablona ayak uyduracak hazırlıktan yoksun.
Şimdi yazacağım şey ironi değil: Belki de yedek kulübesindekilere her hafta bir Arsenal ya da Man Utd maçı izletmek gerek, yanlarına Necip, Veli, Toraman gibi adları da katarak, ne dersiniz?