‘Taksim Câmîi', sadece bir mâbed deðil; Pera'ya vurulan mührümüzdür

Bugün 'Taksim Meydaný'na inþa olunan ve o mýntýkanýn manevî havasýna mührünü vuran güzel câmîin açýlýþý var..

1975 yýlýnda Millî Gazete'de yazdýðým sýralarda, 4-5 kiþilik bir grup, gazeteye gelmiþler, görüþmek istemiþlerdi. 'Taksim'e Câmi Yaptýrma Derneði' üyeleriydi bu kiþiler... 'Býrakýn, vakit namazlarýný, Cuma namazý kýlacak bir yer bile bulamadýklarý'ndan yakýnýyorlardý; en yakýn câmi, Ýstiklâl Caddesiüzerinde, Galatasaray Lisesine yakýn yerdeki küçücük Aða Câmîi idi veya aþaðýda Cihangir, ya da aþaðýda sahilde Dolmabahçe Câmîi veya daha ilerde Þiþli'deki, Niþantaþý'ndaki câmiler vs. vardý.

Hepsi bu..

Bir de sonralarý, Fransýz Baþkonsolosluðu'nun yakýnýnda, Sular Ýdaresi'nin bir köþesinde, 40-50 kiþinin cemaat olabildiði, 7-8 metre yüksekliðinde sactan minareli, sýðýntý bir mekân durumunda bir mescid açýldýðýndan söz etmiþlerdi.

*

Evet, sabahtan akþama ve gece yarýlarýna kadar onbinlerin kaynadýðý bir mekânda Müslümanlarýn durumu bu idi.

*

Bu açýdan, Taksim'e bir Müslüman mâbedinin yapýlamamýþ olmasý, Müslümanlarý daha bir rencide ediyor, yaralýyordu.

Denilebilir ki, Aða Câmii, çok uzak sayýlmaz.. Evet, ama, o da, küçücük ve o mýntýkaya yabancý bir dinin müntesiblerinin mâbedi gibi duruyordu.

Nâzým Hikmet'in henüz Ýslâm'la baðýný koparmadýðý ilk gençlik yýllarýnda yazdýðý 'Aða Câmîi' þiiri bu mýntýkayý iyi anlatýr. (N. Hikmet'in Ýslâm'la baðýný kopardýðýný o, 'Otobiografi' isimli þiirinde '21 yaþýndan sonra , câmie veya diðer mâbedlere gitmediðini' bizzat söyler... Ondan sonra, yine kendi beyânýyla, 'komünist' olur... Halbuki, en genç çaðlarýnda kendisini 'Mevlânâ'nýn müridi' olarak bile niteliyordu, 'Kalbe muhabbette buldum ilacý, /Ben de müridinim iþte Mevlânâ..' gibi mýsralarýyla..)

Yine onun o dönemlerinde Aða Câmîi için yazdýðý þiir ise, o mýntýkanýn nasýl bir manevî tefessüh, kokuþmuþluk ve çürümüþlük içinde olduðunu, o mâbedin ise, o kokuþmuþ mýntýkada yapayalnýz ve amma sýðýnýlacak bir mekân konumunda bulunduðunu anlatýr:

'AÐA CÂMÎÝ

Havsalam almýyordu bu hazin hali önce

Ah, ey zavallý câmi, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi, imanýma baðlandým;

Allahýmýn ismini daha çok candan andým.

Ne kadar yabancýsýn böyle sokaklarda sen!

Böyle sokaklarda ki, anasý can verirken,

Iþýklý kahvelerde kendi öz evlâdý var...

Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldýrýmlar,

En kirlenmiþ bayraðýn taþýyor gölgesini,

Üstünde or....ular yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el baðlýyor,

Yalnýz senin göðsünde büyük ruhun aðlýyor.

Kendi elemim gibi anlýyorum ben bunu,

Anlýyorum bu yerde azap çeken ruhunu

Bu imansýz muhitte öyle yalnýzsýn ki sen

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Ey, bu câmiin ruhu: Bize mucize göster

Mukaddes huzurunda el baðlamayan bu yer

Bir gün harab olmazsa Türkün kýlýç kýnýyla,

Baþtan baþa tutuþsun, göklerin yangýnýyla!'

*

Evet, eskilerin, Bizans'tan kalma ismiyle 'Pera' dedikleri Beyoðlu taa o zamanlardan böyleydi ve Taksim Meydaný çevresine Müslümanlar o civarýn bir sýðýntýsý olarak gidebiliyorlardý. Ve o bölgede bir Müslüman halkýn gönlüne ferahlýk veren görkemli bir câmî yoktu. Ve böyle bir Ýslâm mâbedinin yapýlmasýný gizli bir el, daha doðrusu, laikliði bir din olarak kabul eden güçler engelliyordu.

Çünkü, bu mýntýka emperial kültürün Osmanlý'ya giriþ kapýsý olarak kabul ediliyordu ve Müslüman olmayan unsurlarýn mâbedleri, o mýntýkada onlarýn hâkimiyetlerini ilân ediyordu.. Nitekim, bu meydanýn en gösteriþli yerinde kocaman bir 'kilise' ve ilerde 'sinagog'lar vardý..

Müslüman halkýmýz, emperial güçlerin Ýslâm korkusu üzerine þartlandýrdýðý kendi halklarý gibi mutaassýb olmadýðýndan, baþkalarýnýn mâbedinden rahatsýz olmuyordu. Rahatsýz olunan husus, burada, ülkenin asýrlardýr aslî sahibi olan Müslümanlarýn, kendi inançlarýnýn itibarýna yakýþýr bir mâbed yapmalarýna izin verilmemesiydi, çeþitli gerekçelerle... (Pera'da, o isimle anýlan bir otelde, 20 seneye yakýn süre yaþayan Yahyâ Kemal de, o bölgede rûhen nasýl bir uzlet hali yaþadýðýný; gittiði ve huzur bulduðu 'Kocamustâpaþa..' isimli þiirinde, çok zarif bir þekilde anlatýr:

(...)'Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan,

Unutur semtine yollanmayý artýk buradan,..

Gizli bir his bana, hatîf gibi, ihtar ediyor;

Çok yavaþ, yalnýz içimden duyulan sesle, diyor:

"Gitme! Kal! Sen bu taraf halkýna dost insansýn;

Onlarýn meþrebi, iklimi ve ýrkýndansýn. (...)'

*

Evet, Taksim'e yapýlan câmi, hele de 1839'dan beri, Tanzimat kafasýnýn kendi deðerlerimizden utanan sefilliðinden dolayý, 180 senelik bir aþaðýlanmaya son vermesi açýsýndan çok önemli bir mâbeddir. Unutulmasýn ki, 28 Þubat 1997 Askerî Darbe Zorbalýðý günlerinde asker ve sivil bütün generaller, hep birlikte, Erbakan'ý iktidardan düþürmek isterken, dile getirdikleri suçlamalardan birisi de 'Taksim'e câmi yapacakmýþ... Taksim'e câmi yapýlýr mý? ' þeklindeki bir taþkafalýlýk idi.

'Niçin olamazmýþ?' þeklinde bir sosyal tepki ortaya konulamýyordu.

*

Siyaset, bir zamanlama sanatýdýr da.. Taksim Camîi'ni de, Çamlýca Câmîi gibi, inancýmýzýn bir mührü gibi vuran ve Ayasofya'yý aslî mâbedlik statüsüne dönüþtüren ve milletimizin kalbindeki nice kutlu deðerlerin her birisini dikkatli bir zamanlamayla birer birer gerçekleþtiren iradenin sahibine de bu vesileyle teþekkürler.. Allah'u Teâlâ, hayýrlý iþlerde yardýmcýsý ola..