Tamam beyler, Türkiye’nin problemi ‘başkanlık’ değil!..

Türkiye’yi yönetmeye talip olan bu insanlar, en can alıcı problem karşısında bu kadar lakayt olamazlar. Bir yerde yanlış bir şey var... 

Bence ilk düğme yanlış iliklendi.

Çok ciddi bir sistem problemin, en başında; ‘Başkanlık’ olarak takdim edilmesinin, kötü niyetlilere istismar alanı açtığını düşünüyorum.

Bütün düğmeleri çözerek başa dönelim...

‘Başkanlık’tan bağımsız olarak gelişmeleri tekrar değerlendirelim...

2007’de, sadece “eşi başörtülü” diye sayın Gül’ün cumhurbaşkanı olmaması için Cumhurbaşkanından Anayasa Mahkemesi’ne, TSK’ya kadar bütün vesayet odakları direndi, ülke ‘sanal darbe’ yedi, ‘gerçek darbe’nin eşiğine geldi.

Sonunda halka gidildi ve halk da “Bırakın cumhurbaşkanını biz seçelim” dedi.

Bir nevi, ‘kalp krizi geçiren hasta’ ameliyat edilmişti.

Gel gör ki, bir süre sonra tekrar başlayan ‘sancılar’ sonucu fark ettik ki, hastaya kalp nakli yapılırken eskisi de yerinde bırakılmıştı...

Bu sistemsizliğin adı yok...

Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verildi ama ülkenin yönetim sistemi, buna göre yeniden düzenlenmedi.

Ve ortaya ‘ucube’ bir sistem çıktı.

‘Parlamenter sistem’ desen; artık değil, ‘başkanlık’ değil, ‘yeni bir sistem’ desen o da değil.

Kısaca, ‘sistemsizlik’...

“Ülkenin kalbine konmuş bir bomba” da diyebilirsiniz!..

Bu konu çözüme kavuşturulamadığı sürece dış düşmanların bizi engellemek için kafa yormalarına filan gerek yok. Bu pranga bize yeter de artar bile.

Bu ciddi problemi sayın Erdoğan’ın şahsi ikbal meselesiymiş gibi yansıtmak bu ülkeye en büyük ihanettir.

Kaldı ki, sayın Erdoğan’ın bir ‘yetki’ problemi yoktur. Hatta sayın Erdoğan ‘başkan’ olsa muhtemelen bugünleri mumla arayacaktır.

Onun için bu ‘sistem krizi’ Türkiye’nin en acil meselesidir ve önyargısız masaya yatırılarak çözüm aranmalıdır.

Sanki bu problem Erdoğan’ın veya AK Parti’nin meselesiymiş gibi en küçük fırsatta “Başkanlık meselesi gündemden kalkmıştır” diyerek kafayı yorgana gömenler bilmiyorlar ki, bu problem konuşulmamakla ortadan kalkmamaktadır.

O halde bu ülkeye hizmet vaadiyle halktan oy isteyenler, Türkiye’nin önündeki bu ciddi probleme kişisel kaprisleri, siyasi hırsları veya üst akıllarının gayri milli telkinleri doğrultusunda yaklaşarak kayıtsız kalamazlar.

Çünkü bu problemin çözüm yeri Meclis’tir.

Peki, bu kriz nasıl çözülecek?

“Tekrar eski sisteme dönelim” demek, “Halk kimi seçeceğini bilmiyor, bu işi biz yapalım” demektir ve ‘halk iradesine darbe’ anlamına gelir.

Bir ara sayın Kılıçdaroğlu’nun ağzından kaçırdığı bu teklif, aynı zamanda ‘Eski Türkiye’nin bütün vesayet odaklarının kucağına geri dönmektir.

O halde yapılacak tek şey vardır.

Bir ‘kriz’ vesilesiyle de olsa cumhurbaşkanını halkın seçmesi kararı, esasen Türkiye’nin hızlı adımlarla yürümesini sağlayacak bir gelişmedir. Siyasilerin görevi, sistemi; bu karara göre yeniden dizayn etmektir.

İşte bu çalışma sonucu ortaya çıkacak olan sistem Türkiye için en ideal ‘Yönetim Sistemi’dir. Adının ne olduğunun da bir önemi yoktur.

Ortada, bütün ayrıntılarıyla tartışmaya açılmış bir ‘Başkanlık sistemi’ yokken bu “Asla istemezük”çüler neyi değerlendirip, nasıl karar vermektedir?

Türkiye’yi asırlar boyu taşıyacak bir sistem neden sadece ‘isim’ üzerinden tartışılmakta ve kişiselleştirilerek sabote edilmektedir?

Türkiye’yi el birliğiyle düşürdüğünüz ‘7 Haziran çukuru’ndan çıkaran ‘yönetim stratejisi’nin sizce adı nedir!..