Çocuk istikbalde maceraya yer olmadýðýný, okumasý gerektiðini bilecek ki okulu ihmal etmesin. Taner okuyacak olsaydý bile bacýlarýnýn ve annesin emaneti karþýsýnda çaresizdi. Ama yeðenlerini öyle yetiþtirmedi. Onlarýn derslerini her þeyden önde tuttu. Özel ders bile aldýrdý. Yedi çocuðu birbirine bekçi yaptý.
Bazý insanlar vardýr onlarý tatil yaparken, uzanmýþ yatarken hayal edemezsiniz. Her zaman didinirler, her zaman ince iðne ile kuyu kazar gibidirler. Taner de öyleydi iþte. Hep arkasýndan atlý gelir gibi yaþadý. Etrafýnda hep çoluk çocuk vardý. Hayýr kendi çocuklarý deðil yeðenleriydi onlar.
Taner’in hikayesi babasý rahmetlinin Libya’ya çalýþmaya gitmesiyle baþlamýþtýr diyebiliriz. Merhum Cevdet Efendi kýsadan da kýsa boyu, cücük kadar bedeniyle inþaatlarda nasýl çalýþýrdý hayret ederdiniz. Ama demek ki mecburiyet insaný her yola sürüklüyor. Cevdet Efendi de geçim mecburiyeti karþýsýnda çaresiz sýrtlamýþ yükünü ver elini Libya orada bunun aklýna girmiþler; “Çölde çalýþmayla olacak iþ deðil biz Fransa’ya gidip kurtulalým çölden” demiþler. O akýlla gitmiþler Fransa’ya çölden kurtulmuþlar ama el adamý hiç acýr mý? Acýmamýþlar tabi. Cevdet Efendi hastalanmýþ. Hastalýðý ölümcül olduðundan ve de hastalýk sebebi çalýþtýðý fabrikanýn zehirli dumaný olduðundan yüklü miktarda maaþ baðlamýþlar. Cevdet Efendi Fransa’dan dert sahibi olarak dönmüþ ve de çok yaþamamýþ. Öldüðünde Taner henüz lise sondaymýþ.
Taner tek çocuk deðil tabi ama en küçük çocuk önünde üç tane ablasý var. Kýzlarý görmeniz lâzýmdý pür neþe içindeydiler. Evden her zaman sesi sonuna kadar açýlmýþ polis radyosu duyulur. Kýzlar annelerini de kandýrýp ikindi üzeri bahçeye çýkarlar. Yer içer eðlenirler. Sanki Cevdet Efendi bu kýzlar yesin, içsin, gülsün, eðlensin diye dert sahibi olmuþ zannederdin. Öyle rahat büyüdüler yani.
Kýzlarýn yaþý evliliðe yeter yetmez talipleri sýraya dizildi. Ýlk kýzýn adý Meymenet idi. Kýsa ve týknaz bir kýz idi ama çok tatlý dili ve türlü hünerleri vardý. Evlendi, Malatya’ya gelin gitti. Ama çok sürmedi altý ayý bile bulmadan baba evine geri döndü. Meðer kocasý çok içermiþ. Ýçkisi onun olsun her içiþinde de Meymenet’i dövermiþ. Kýz kaçmýþ canýný zor kurtarmýþ. Baba evinde zaten üç bacý bir de Taner olduðundan “Niye geldin?” dememiþler “Ýyi ki geldin” demiþler.
Ýkinci kýz ise Gülfidan. Adýnýn fidan oluþu gibi kendi de uzun ince bir kýzdý. Mühendis olan kocasý gemilerin inþaatýnda çalýþýrmýþ. Ýþine pek düþkünmüþ. Üç tane çocuklarý olmuþ. O çocuklara da her biri denizci olan tarihteki paþalardan isimler seçmiþ. Hal böyle giderken mühendis koca þeytana uymuþ haram et yemiþ. Baþka bir kadýnla halvet olmuþ iken basýlmýþ. Gülfidan üç tane oðlunu alýp dönmüþ baba evine. “Sen de hoþ geldin” demiþler. Daha evvel üç bacý, bir Taner, bir de annelerinden oluþan eve þimdi üç tane de birbirinden yaramaz sýpa eklenmiþ sizin anlayacaðýnýz.
Üçüncü kýz Þakire ise bir muhasebeciyle evlenmiþ. Adam zehir gibi bir þeymiþ. Hesap makinesi kafasýnýn içindeymiþ gibi ezberden hesap yaparmýþ. Dört tane çocuklarý olmuþ. Muhasebeci koca çiçekleri pek severmiþ hep çiçek adý koymuþ çocuklarýna. Ama þeytan bu kocayý da gýdýklamýþ ve adam hesaplarýn altýný kaçýrmýþ. Zimmetine para geçirdiði tespit edilince atmýþlar içeriye gör ki ne zaman çýkar. Þakire ise tutmuþ dört çocuðun elinden ver elini baba evi.
Þimdi ne kadar oldu baba evi nüfusu bakalým. Üç kýz ,Taner ve annesi varken üç çocuk birinden dört çocuk birinden geldi toplamda 12 kiþi oldular. Çocuklarýn da nasýl bir mayasý varsa yaramazlýk deyince hep birinciler. Ve bir yemek yiyorlar ki çekirge sürüsü olsa ancak bu kadar zayiat verebilir. Bu kadar nüfusun geçimi için tek kaynak Fransa’dan gelen emekli maaþý olunca zorlanmaya baþlamýþlar tabi. Ve Taner liseyi bitirince, “Baþka þey yapma sen kýzlarýn baþýnda dur. Yeðenlerine sahip çýk.” demiþ anasý. Ve Taner’in didinmesi baþlamýþ.
Fransa’dan gelen para mesela dört kiþilik bir aileyi bol bol yaþatýr ama nüfus fazla hele de çocuk nüfusu fazla olunca iktisatlý harcanmasý gerekiyormuþ maaþýn.
Taner sanki yýllardýr ev idare ediyormuþ gibi haktan hukuktan zerrece þaþmýyormuþ. Mesela çocuklara leblebi, sarý üzüm, içine de iðde ile fýndýk almýþ olsun. Elinde bir çay bardaðý ile herkesin avucuna eþit miktarda koyarak daðýtýyormuþ. Ýþte o günlerde aklýna bir þey gelmiþ. Anasýna demiþ ki ana bizim milletimiz çekirdek çitlemeyi, kaba leblebi ile üzüm yemeyi pek sever ben bir kuru yemiþçi açsam da hem bir adresim olsa hem de evin zor yükü birazcýk olsa rahatlasa. Anneler anlamadýðý iþleri oðullarýna havale etmeye alýþýktýr. “Sen bilirsin oðlum.” demiþ. Ve Taner açmýþ bir dükkan. Kuru yemiþ, çikolata, çekirdek satýlan bir dükkan, adý da ‘Kardeþler Kuruyemiþ.’
Ýþin baþýnda acemilik çekmiþ ama tez zamanda alýþmýþ Taner. Zamanla da müþteri tutmuþ, kendince esnaf olmuþ yani.
Taner’in dükkanýnda müþteri olsun olmasýn her zaman kalabalýk vardý. Çünkü yedi tane yeðeni vardý ve Taner dayýlarýný pek seviyorlardý. Çocuðu kuru yemiþçiye salarsan ne olur. Darý ambarýna kemirgen cinsi bir fare atýlmýþ gibi olmaz mý? Taner dayýlarýnýn dükkaný talan ediyordu sýpalar. Ceplerinde hep leblebi çerez, ellerinde türlü çeþit çikolata ile dolaþýrlardý. Esnaftan akýl yetik olanlar Taner’e akýl verirdi; “Kardeþim bu çocuklar seni batýrýr. Dur de, sert dur, yemek içmek yok, satýþ var diye yasak koysana” Taner bu nasihatleri pek dinlemezdi. Çocuklar gönüllerince yediler, içtiler yýllarca. Ve ne dükkan battý ne de bir þeycik oldu. Taner’e göre yeðenleri de birer emanet idi. Babalarý olsaydý baþlarýnda o zaman iþler farklý olurdu. Ama bu çocuklar bir çeþit öksüz, yetim sayýlýrlardý.
Taner çocuklara böyle rahat davranýnca onlar da yangýndan mal kaçýrýr gibi yemeyi içmeyi býraktýlar. Yasak olmayýnca tadý da olmuyor zahir.
Yýllar içinde çocuklar büyüdü. Taner’in iþlerinin bir ucundan tutmaya baþladýlar. Ama Taner kendi tecrübesinden biliyordu ki okuyacak çocuðu evvelden hazýrlayacaksýn. Çocuk istikbalde maceraya yer olmadýðýný, okumasý gerektiðini bilecek ki okulu ihmal etmesin. Taner ise okuyacak olsaydý bile bacýlarýnýn ve annesin emaneti karþýsýnda çaresizdi. Ama yeðenlerini öyle yetiþtirmedi Taner. Onlarýn derslerini her þeyden önde tuttu. Özel ders bile aldýrdý. Yedi çocuðu birbirine bekçi yaptý. Çocuklardan her biri kendinden sonra gelenin dersinden de mesul idi. O çocuklar okusun diye Taner elinde lokum paketi ve leblebi çerez ile veli toplantýlarýna gitti. Orada öðretmenlerine ve vatandaþlara çay eþliðinde ikramlar yaptý. Didinen sadece Taner deðildi. Ablalarý da çocuklar okusun istiyordu. Öðretmenleri de yedi çocuðun okumasý için ellerinden geleni yaptýlar.
Bir þey herkes tarafýndan çok istenirse oluyormuþ bunu anladýk. Yedi çocuðun hepsi okudu. Ýki doktor üç öðretmen bir hemþire bir de sosyolog çýktý. Annelerini ortada býrakmadýlar. Taner dayýlarýna hürmeti eksik etmediler. Hatta sosyolog olan edebiyatla da uðraþtýðý için ‘Taner’in Yeðenleri’ isimli bir hikâye yazdý ve dayýsýna esaslý bir selam göndermiþ oldu. Sað olsun...
Dayýlarýnýn gölgesinde leblebi çerez yiyerek, kendi kalabalýklarýnda eðlenerek geçirdikleri yýllar hep güzel bir aný olarak kaldý. Taner ise bu hay huy içinde hiç evlenmedi. “Hanýmým annemle ve ablalarýmla anlaþamazsa bu aile daðýlýr ben bu vebale giremem” diye bekar kaldý. Ama hiç kimse onun bu bekarlýðýný kýnamadý, ayýplamadý. “Çocuklarýn okumasý için, bacýlarý mahsun olmasýn diye bu Taner kendini yaktý. Ýnþaallah sevap hanesine yazýlýr.” dediler. Biz de öyle diyelim. Sevap hanesine yazýlsýn Taner’in güzel iþleri...