Tarih, tecrübe ve adalet

Coðrafyamýzýn sadece sahip olduðu enerji kaynaklarý nedeniyle uluslararasý sistem nezdinde ilgi gördüðünü düþünüyorsak, ciddi bir yanýlgý içindeyiz demektir.

Öncelikle coðrafyayla kastýmýzýn Türkiye’nin siyasi sýnýrlarý olmadýðýný, Ýngilizlerin verdiði Ortadoðu isminin de ötesinde, çok daha geniþ bir alana karþýlýk geldiðini not edelim. Ancak bugün itibarýyla yaþanan yeni çatýþma, deðiþim ve kargaþanýn merkezinde Ortadoðu’nun olduðunu söylemek herhalde yanlýþ olmaz.

Yaþadýðýmýz topraklar, elbette enerji kaynaklarýnýn sömürülmesini veya kontrolünü de içine alan bir sebepler zinciri üzerinden ilgi görmektedir. Ama daima petrolden, doðalgazdan, bor’dan ve benzeri kaynaklardan fazlasýdýr bu ilgi. Ortadoðu, gerek tarihi, gerek semavi dinlerin doðuþ yeri olmasý ve gerekse de bunlarý bir arada yaþatabilme tecrübesiyle, kendi baþýna býrakýlamayanlar listesinin daima baþýnda yer almaktadýr.

***

Ne sömürge döneminin düzenlemeleri ve ortaya çýkardýðý siyasi harita, ne de çok sonrasýnda Soðuk Savaþ adý verilen dönemin sona ermesi, bu coðrafyaya huzur getirmedi. ABD-SSCB ekseninde kurulan sahte dengenin de ortadan kalkmasýyla, gerçek ‘küresel hegemonya’ dönemi baþladý. Küresel gücün tek bir ülkede toplanýp toplanmamasý bu gerçeði deðiþtirmiyor. Söz konusu olan, ‘küreselleþme’ adý altýnda üretilen deðerlerin giderek dünyayý yönetmesi.

Arap Baharý ya da devrimleri adý altýnda devam eden sürecin, böyle bir okumayla deðerlendirilmesi kuþkusuz büyük önem taþýyor. Esasen bu süreç bir bakýma þu sorunun cevabýný arýyor: Ýslam dünyasý diye adlandýrýlan geniþ alanýn, küreselleþme sürecine katýlýmý/uyumu nasýl saðlanacak?

Bu soruya cevap vermek adýna, sizin kendi ‘küresel deðerler’inizi üretme iddianýz, ya da çok daha vahim bir savruluþla sömürge dönemin ‘ulusalcý’ kalýplarýndan medet ummanýz veya son dönemdeki cýlýz çýkýþlarla tartýþýlan Ýslamcý sosyalizm’ arayýþlarý, küreselleþme girdabýndaki yolculuðunuzu deðiþtirmiyor.

Sizin adalet ve haysiyet mücadeleniz ne kadar kutsalsa, onlarýn bu mücadeleyi kendi kalýplarýna dökme çabasý da o denli tehlikeli.

Aslolan hayat tarzýnýzýn bu girdaba uyum saðlamasý, ‘kaos’u benimsemesi, onsuz yaþayamayacaðýný düþünmesi, hatta onunla birlikte yaþamak için kendi geleneðine savaþ açmasýdýr.

***

Gerek Arap baharý sürecinde, gerekse az önce tanýmladýðýmýz çatýþmanýn asýrlýk hikayesinde en bilinemeyen ya da öngörülemeyen alan, Ýslam’ýn kendi dinamikleriyle bu sürece cevap üretmesidir. Ýþte tam da bu nedenledir ki, Türkiye’de, Mýsýr’da ya da bir baþka tecrübede, Müslümanlarýn kendi baþýna býrakýlamayacak ölçüde ciddi bir ‘tehdit’ ya da ‘mesele’ olarak görülmesi þaþýrtýcý deðildir.

En kötüsü de þu: Sizin yaþadýðýnýz bunca tecrübe, çektiðiniz acý ve yýkýntýlar, kimilerinin umarsýzca ayný koridordan bir kez daha geçme hevesini kýrmýyor. Aksine bir büyük iþtahla ayný delikten bir kez daha ýsýrýlmak üzere koþuyorlar. Þu sýralar kendi kimlik haklarý (!) ve de halklarý ( ! )için mücadele eden kardeþlerimizin, giderek geniþleyen bir çemberde ayný tuzaða gönüllü olarak düþmesini kastediyorum elbette.

Kardeþin kardeþ üzerine ‘canlý bomba’ olara sürüldüðü günlerde baþka bir þey yazmak gelmedi içimden. Biraz yüz yýllýk geçmiþi hatýrlamaya/hatýrlatmaya çalýþtým. 

Ne hoþ söylemiþti sevgili Abdurrahman Arslan: ‘Biz tarihi tecrübemiz gereði, güzelliðin ve adaletin yurdu olmak zorundayýz.’