Suriye'de süreci değerlendirmek için akıl sahipleri ihtiyatı hiç elden bırakmamak gerektiğini söyleyip duruyor.
Ama her şeyde olduğu gibi, sürecin bütününü görmeden yaşanan son olayı karine belleyip ortalığı ateşe verecek bir kitle var ki, hiçbir laf anlatamazsınız.
Adam, bir gün sonrasını görememiş, hala konuşuyor.
Yiğit ar eder, cehaletle kalbi kararmış arsızdaysa söz bitmez.
Ne kadar çoklar değil mi... Coğrafyadan ve tarihinden nefret ediyorlar, emperyalistlerin dağıttıkları iki kuruşluk ulufeye talipler. Onun için insanların inşa etmeye çalıştıkları hukuktan, bağımsızlıktan, özgürlükten de nefret ediyorlar.
Neyse uzatmayayım... Biz, kölelerin hakikati bastırmak için çıkardıkları gürültüye itibar etmeden, ihtiyatı da elden bırakmamak kaydıyla süreci değerlendirmeye devam edeceğiz.
Suriye'de yaşanan süreci bütün kesimler bir "devrim" olarak niteliyorlar.
Ve devrimin birinci ayağı Baas rejimi ve Nusayri Esed diktatörlüğünün devrilmesiydi. İkinci ayağı ise "Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması". Milli bir iktidarın oluşabilmesi için de bu şart.
Onun için artık hafızalarda iyice yerleştiği şekliyle, PKK/PYD'nin işgali altındaki "sarı bölgenin" terör işgalinden kurtarılması konusunda Suriye Milli Ordusu başta olmak üzere, birçok kesim fikir birliğinde.
Suriye Milli Ordusu'nun Türkmen komutanlarından Fehim İsa da bundan birkaç gün önce katıldığı bir televizyon programında bu kararlılığı net bir şekilde ortaya koydu.
Anlık değişen dengeler, anlık açıklamaları zorunlu kılarken, o sarı alanla ilgili kararlılık, devam ediyor.
Kimileri ABD ezberlerine de güvenerek İsrail'in David Koridoru stratejisi üzerinden yorumlarına devam ededursunlar, Türkiye'nin ve yerli güçlerin bu noktadaki kararlılığını da bütün dünya biliyor.
Dünyanın bildiği başka bir şey daha var... Türkiye, 2016'dan itibaren düzenlediği dört operasyonla, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını sağladı. Eğer o gün emperyalist oyun bozulmamış olsaydı, terör koridoru oluşturulmuş, Suriye, etnik ve mezhebi kantonlara ayrılmış olacaktı.
Bıkmadan usanmadan devam edeceğim...
Coğrafyanın öznesi Türkiye, dolayısıyla Türkiye'yi nesneleştiren, ikincil plana atarak edilgen pozisyonda değerlendiren hiçbir yorum gerçekçi değildir.
Diğer taraftan, emperyalizmin yükseliş döneminde oluşturulan paradigmalar bir bir tarihin çöplüğüne giderken, oluşan konjonktür, Türkiye'ye büyük imkanlar sağlıyor.
Başka bir şey daha söyleyeyim mi...
Emperyalistlerin geliştirdiği proxy savaşın maliyeti konusunda önümüzdeki süreçte daha fazla konuşacağız. Terör örgütlerinin ekonomi politik dengelerinin, yarın kiminle hareket edeceği konusunda güvensizlik oluşturacağı gerçeğini de düşünürsek, sürdürülebilir olup olmadığı da tartışılacak. Yani, devlet gibi devletlerle işbirliği daha önem kazanacak. Hayır, kastım bürokratik devlet değil, imparatorluk süreçlerinin oluşturduğu muhayyile. Türkiye derin tarihiyle buluştukça coğrafi muhayyilesinin de genişleyeceğini hepimiz biliyoruz. Yani; Türkiye'nin rasyonalitesinin derin tarih geniş coğrafi muhayyile tarafından şekilleneceği bir sürecin içinden geçiyoruz. Hayır, hayır toprak genişlemesini de kastetmiyorum, çağımızda toprak bir yük, ikincisi kara imparatorlukları devri çoktan geçti. Benim kastım Afro-Avrasya denklemindeki nüfuz kabiliyeti. Daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz." demedi mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi Türk'ün mukadderatını anlayamayanlar, yankı odalarında gavurun verdiği sloganları atadursunlar, Türkiye, anlık gelişmeleri süreç yönetiminin bir parçası olarak görüp, bugün daha güçlü olduğu Suriye dahil olmak üzere bölgesinde bir oyun kurucu ülke konumuna yükselmiştir.