Tarihin doðru safýnda yer almak

28 Þubat darbesiyle ilgili ortaya çýkan operasyon süreci, üçüncü dalgayla birlikte devam ediyor. Aradan geçen 15 yýl içinde yavaþ yavaþ adýný unutmaya baþladýðýmýz pek çok isim, kesim ve kurum yeniden gündeme taþýnýyor.

28 Þubat dönemini enine boyuna ve gerçek aktörleriyle tartýþtýðýmýzý söylemek zor. En azýndan yakýn tarihe kadar böyleydi. Oysa o dönem yaþananlar, iç ve dýþ aktörler, bunlarýn nasýl ve hangi zeminlerde harekete geçtiðini bugün daha iyi anlamak zorundayýz. Bugün, ama yarýný korumak adýna.

Yakýn tarihin önemli dosyalarýný açmak, bunu hukuk önünde bir hesaplaþmaya dönüþtürmek elbette çok önemli. Burada siyasi kararlýlýk ve toplumsal destek açýsýndan da bir sorun yok. Ancak olup bitenin mahkeme önüne gelsin ya da gelmesin daha derinlemesine anlaþýlmasý gerekiyor.

Son günlerde ortaya çýkan birkaç istisnayý saymazsak, 28 Þubat döneminin dýþ aktörlerinin ne olduðu üzerinde garip bir suskunluk olduðunu söyleyebiliriz. Oysa herkes çok iyi hatýrlayacaktýr; bu darbenin içerideki aktörleri baþta Ýsrail olmak üzere bazý güç odaklarýyla pek de saklamaya gerek duymaksýzýn ittifak halindeydi.

Malum lobi

Türkiye’de bu tür tartýþmalarý gündeme getirdiðinizde ya komplocu olursunuz ya da dýþ güçler edebiyatý yapan bir üçüncü dünyacý sayýlýrsýnýz. Oysa bir ucu Tel Aviv’de, diðer ucu Washington’da yer alan bir büyük lobinin, 28 Þubat’ta parmaðý deðil, kelimenin tam anlamýyla gövdesi bulunmaktadýr.

O lobi sadece Türkiye’de kendisine ittifaklar üretmekle ve hükümeti devirmekle kalmadý. Ayný zamanda o tarihten sonra deyim yerindeyse dünyayý kana buladý.

O dönemi anlamak, aktörlerini doðru tanýmlamak, bugün daha deðerli. Çünkü Arap Baharý, ardýndan ortaya çýkan deðiþim süreci ve bizim için daha özel bir yeri olan Suriye konusunda yaþanan geliþmeler, Türkiye’nin ne kadar zorlu bir coðrafyada yaþadýðýný bir kez daha gözler önüne serdi. Bu tabloyu ve yakýn geleceði doðru okumakta zaman zaman zorlansak da, bu durum Türkiye’nin önemli bir aktör olduðu gerçeðini deðiþtirmiyor.

Yeni Ortadoðu

Dün Dýþiþleri Bakaný Ahmet Davutoðlu, TBMM’de Suriye konusunda bilgi verdi. Önce þu sözlerin altýný çizelim:

‘Biz tarihin doðru safýnda, ulusal çýkarlarýmýz açýsýndan ise doðru yerde durduðumuzdan kuþku duymuyoruz. Suriye dahil hiçbir ülkenin rejimini deðiþtirmeye kalkmadýk, kalmayacaðýz. Suriye’de yaþanan ayaklanmayý biz baþlatmadýk, ancak yaþanan zulümlere karþý seyirci kalmayacaðýz.’

Kuþkusuz tarihin doðru safýný seçmek kadar, orada ayakta kalabilmek de önemli. Bakan Davutoðlu konuþmasýnýn devamýnda þunlarý söyledi: ‘Yeni bir Ortadoðu doðuyor. Bu yeni Ortadoðu’da Türkiye’nin etrafýnda barýþ kuþaðý oluþacak. Bundan sonra deðiþim dalgasýný yöneteceðiz.’  

 

Böylesine önemli bir rolü ve duruþu Türkiye’yi yakýþtýramayanlara zaten söylenecek söz yok. Ancak bu rolü yerine getirebilme konusunda ‘Türkiye neler yapmalý ya da neyi eksik yapýyor’ diyorsak, bu önemli bir çýkýþ noktasý olabilir.

28 Þubat döneminden itibaren izlerini sürersek, hangi uluslararasý aktörün ve onun yuvalandýðý lobilerin, Türkiye’nin tarihsel duruþuna karþý hamle yaptýðýný görebiliriz. Soðukkanlý biçimde, sözkonusu aktörlerin zaman içindeki deðiþimlerini de dikkate alarak bunu yapmak zorundayýz.

Aksi takdirde, bölgemizdeki her kritik geliþme, siyasi dengelerimizi sarsan ya da tehdit eden bir boyut kazanabilir. 28 Þubat böyle bir dýþ dengenin bizdeki karþýlýðý deðil midir ayný zamanda.