Selim ATALAY
Selim ATALAY
http://www.selimatalay.com
Tüm Yazıları

TARİHİN YENİ KAVŞAĞINDA TÜRKİYE

Dünya tarihini galiplerin yazması gibi bir adet var. Hatta bazen istedikleri gibi yazıp, zihinleri de çeliyorlar. Tarih, aynı zamanda özgüvendir.

Batılı tarihçiler arasında yaygın olan, bizde de acz ve küçüklük kompleksi ile taraftar bulan bir iddia vardır: Osmanlı zaten çok erken zamandan beri Avrupa’nın hasta adamıydı ve yok olmaya mahkumdu... Batı, üstün teknolojik ilerleme ile askeri ve ekonomik gücünü artırmış, Osmanlı’yı geriletmiştir. Batı ilerlemesi ve Osmanlı gerilemesi, kaçınılmazdır ve tarafların dini-kültürel-sosyal yapılanmalarından kaynaklanmaktadır. Batı çalışkandır, Doğu tembeldir…

Bu iddiaların hiçbiri doğru değildir. Sosyal-kültürel üstünlük iddiası, boş bir ideolojik vesvesedir. Sadece, tekrarlana tekrarlana zihinlere kazınmıştır. Cambridge Üniversitesi Profesörü Jason C. Sharman ise güzel bir kitap yazmış. ‘Zayıfların İmparatorlukları’ (Empires of the Weak) adlı çalışma, Batı’nın hakimiyetinin son 150 yılla sınırlı olduğunu, son bin yıllık tarihi Osmanlı, Çin (King-Mançu) ve Hindistan Müslüman Moğol imparatorluklarının belirlediğini yazıyor. Evet Batı son 150 yıla hakim oldu, imparatorluklar da kurdu, ancak bu dönem de sona erdi. Profesör diyor ki, Batı’nın dünya hakimiyeti istisnadır. Şimdi güç merkezi yine olması gereken yere, Doğuya dönüyor. Hatta döndü... Zaman, artık ve yeniden, Osmanlı, Çin ve Moğol çocuklarınındır. 

Sharman, Osmanlının 1500’den 1750’ye dek Avrupa’yı tek elle tuttuğunu, sonra Asya’daki gerilemenin, Osmanlı ve Ming hanedanlarının kendi iç yapılarındaki gediklerden kaynaklandığını belgelemiş. Aynı dönemde Avrupa, deniz ötesi sömürge sahibi olmanın faydasını keşfetmişti. Sömürge açlığı ile saldırdılar ama bu durum da geçiciydi ve geçti. Şimdi, tarih alıştığı mecrasına, Asya’ya geri dönüyor. 

 

Avrupa’nın hasta adamı kim?

‘Avrupa’nın Hasta Adamı’ yakıştırmasının başlangıcı, Osmanlı’nın kaybetme sürecinin başlangıcı bazı tarihçilerce 16. yüzyıla dek geri çekilir, ki Prof. Sharman bu iddiaların doğru olmadığını, Osmanlı’nın ancak 18. yüzyılın 2. yarısında askeri güç kaybettiğini vurguluyor. 

Yani ‘Hasta Adam nasıl olsa imparatorluğu kaybedecekti’ diye bir kaçınılmazlık yoktu. 1400-1650 arasında Osmanlı, Avrupa ve Akdeniz’in net fatihiydi ve bu tarihten sonra da kazanımlarını 100 yıl korudu. 

Avrupa’nın askeri üstünlüğü iddiaları 1500’den 1750’ye dek doğrulanmıyor. O sürede de Osmanlı yenilgileri genel, yapısal bir eksiklik ya da ‘gerilikten’ kaynaklanmıyor. 

Avrupa’nın gerçek anlamda üstünlüğü, Sanayi Devrimi ile ve 19. yüzyılda geliyor. 

Gerekçeleri de şöyle: “1453-1653 arasında Osmanlı’nın Avrupa’ya karşı savaş zaferleri, siper savaşından değil, kuşatmalar ve baskınlardan kaynaklanıyordu. Bu dönemde Osmanlı net olarak Avrupa üzerinde askeri açıdan üstündü.  

1683-1699 arasında Osmanlı 15 savaştan yalnızda iki tanesini kaybetti. 

Hollanda Portekiz ya da İspanya, Avrupa güçleriydiler, ancak imparatorlukları Osmanlı’dan çok önce işgal edildi. Osmanlı Birinci Dünya Savaşı sonuna dek dayandı.”

Bugüne bakarsak, Avrupa’nın hasta adamı diye bir terim hala var. Ancak bu ünvan, AB üyeleri arasında dolaşıp duruyor. Yunanistan’dan, Belçika’ya, Finlandiya’dan İtalya’ya AB ülkeleri bu ünvanı taşımak için birbirleriyle yarışmaktalar. 

1736 haritası Türk İmparatorluğu

 

Kim kimin kapısındaydı?

Tarihçi Geoffrey Parker, Askeri Devrim teorisinin önemli bir yorumcusudur. Sherman, görüşlerini paylaşmadığı Parker’ın bile kendiyle çelişme pahasına Osmanlı’nın hakkını vermek zorunda kaldığını düşünüyor. Parker ne demişti: 

“Türkler Girit’i Venedik’ten 1660’larda aldılar. Rusya’yı 1711’de, Avusturya’yı 1737 ve 39’da evire çevire yendiler. 1775-184 arası İspanya’nın Cezayir’i üç işgal girişimi püskürtüldü. Napolyon 1799’da Akka’yı alamadı. 

Büyük Müslüman devletler, dev ordular seferber etme ve yönetme güçleri nedeniyle 18. yüzyıl sonuna dek Batı’yı kendilerinden uzak tutmayı başardılar. 

Elbette 1683’te Viyana’da olduğu gibi Avrupalı güçler 17. yüzyılda Müslümanlara ağır yenilgi verdiler. Ancak unutulmaması gereken: Avrupalılar İstanbul kapısında değildi. Müslümanlar Viyana kapısındaydı.”

 

Osmanlı anlatılandan daha güçlüydü

Prof. Jason Sharman ‘Batı askeri devrim sonucu yükseldi, Osmanlı da zaten Batının Hasta Adamıydı...’ kolaycılığı ile kurulan teorilerin gerçek durumu yansıtmadığını söylüyor. 

Hatta Osmanlının gerilemesini açıklamaya çalışırken ‘Devlet fazla merkeziyetçiydi, tek tip vergi toplanıyordu’ gerekçesini savunanlarla ‘Devlet fazla federe olmuştu, tek tip vergi toplanamıyordu’ diyenlerin aynı sonuçta birleşmesinin mantıksızlığını vurguluyor. Yani, Osmanlı sanılandan daha uzun dayandı ve gösterilmeye çalışılandan daha güçlüydü.   

Askeri Devrim’in 1550-1650 arasında gerçekleştiğini savunan tarihçiler bu dönemdeki Osmanlı ilerlemelerinin, savundukları tezi çürüttüğünü de kabul ederler. 

Hatta, bu dönemdeki Askeri Devrim’in, saldırıda değil, Osmanlıya karşı savunmada yararlı olduğu da iddia edilir... 

Öte yanda, Osmanlı’nın Batı’da Avrupalılara, Doğu’da da Safevilere karşı ilerlemesinin yavaşladığı da bir gerçektir. Peki Osmanlı’yı o zamanki taktik ve teknolojik ilerlemelerden uzak olmak mı durdurmuştu? Yoksa lojistik ikmal hatlarından fazla uzaklaşması ve ikmal menzilin dışına çıkması mı? İkinci ihtimal daha kuvvetli duruyor. 

Burada varılan sonuç,  Osmanlı’nın ancak Sanayi Devrimi ile geride kaldığı gerçeğidir. Asya’da tek sıkıntı yaşayan Osmanlı değildi. Ve o zamana dek, Osmanlı askeri gücü, ‘geri’ değildi. 

Ayrıca, Tımar sisteminin zayıflamasının, Yeniçerilerin rüşvet ve yolsuzluk merkezi olmasının gerilemeye etkilerini Türk tarihçiler de yakından incelemişlerdir. Mesela bu gidişatı, 3. Selim önleme niyetindeydi, ancak katledildi. 3. Selim’in hayatı korunsa, tarih değişebilirdi.

 

Türkiye’nin yeni sorumlulukları

Tarih teorisyenleri Avrupa ile Doğu arasındaki üstünlük-gerilik tartışmasını, Avrupa’nın askeri-teknolojik yeniliklere açılmasına bağlarlar. Askeri Devrim teorisi denen bu teoride 1550’den başlayarak savaş araçları geliştiren Avrupa’nın, devrim niteliğindeki gelişmelerle atılım yaptığı, Osmanlı başta, Doğu imparatorluklarının bu güçle yenildiğini ve Batı’nın bu üstünlükle sömürge imparatorlukları kurduğu savunulur. 

Profesör Sharman ise Batı’nın üstünlüğünün bu kadar erkenden gelmediğini söylüyor. Mesela 1450-1750 arasında Batı’nın sömürgeci yayılmayla açıklanan üstünlüğünün örgütlü, eğitilmiş, ateş gücü yüksek orduların askeri başarılarından değil, toprakların hile, kandırmaca veya haydutluk, zorbalıkla, ele geçirilmesinden kaynaklandığını belirtiyor. En hafif durumlarda, girişimci beyaz tüccarın kurduğu şirketlerle kıyı kentlerinde imtiyaz almış, sonra da araziye el koymuştu. 

Sömürgeci Beyaz Adam elbette şiddet kullanıyordu, ancak zaten zayıf olan ve gerçek planın ne olduğunu anlamayan, çok farklı anlayıştaki yerel halka karşı şiddet kullanıldı. Asya’da Moğol ve Çin imparatorlukları Beyaz Adam’a iyi niyet için ticari imtiyaz vermişti. Cortes Güney Amerika’ya birkaç yüz askerle gelmiş, ancak toprakları binlerce yerel işbirlikçi sayesinde fethetmişti. Bir de gemiyle getirdiği salgın hastalık sayesinde...

Sharman’a göre sadece Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’da Osmanlı’ya karşı profesyonel ordular kullanılmıştı, onda da Batılıların yenilgi sayısı, Osmanlı yenilgilerinden fazlaydı. 

Ancak ve ancak sanayi devrimi ile Osmanlı ve diğer Doğulu güçler geçildi. O da 1800 ile 1950 arası için geçerliydi. 1950 sonrasında Batının İmparatorluğu kalmadı. Avrupa İmparatorluklarını kaybedince, askeri üstünlüğü de yitirdi. ABD’nin, son 50 yılda Avrupa dışı ülkelere karşı uğradığı yenilgiler, kazandığı zaferlerden fazladır. 

Bu durumda, ‘Aydınlanma’ döneminden yani yaklaşık 1750’den, 2. Dünya Savaşı sonrası 1950’ye dek dönem, Batı’nın yükseliş ve güç dönemi ise bu dönemin kesinlikle sonuna geldik. İki kutuplu denen dünya, Soğuk Savaşın bittiği 1989’dan sonra tek kutba indi. ABD o tek kutup hakimiyetini taşıyamadı. Şu an -çok kutuplu- denen süreç, coğrafya olarak Türkiye ve doğusuna aittir. O yüzden tarihin bu yeni kavşağında Türkiye bölgesel güç olarak yükselmektedir. O yüzden önümüzde yeni sorumluluklarla dolu bir tarihsel süreç vardır. Dünyayı bilirsek, üzerindeki yerimizi de belirleriz.