‘Doğu Akdeniz, Ege, Yunanistan ve Ata..’ tartışmaları son haftaların en çok ‘zaman öldüren’ programları, ekranlarda.. Ve çoğu boş olmanın ötesinde, tuhaf da..
Bu arada, Akdeniz’e sahili bulunan Güney Avrupa Devletleri’nin geçen hafta Korsika-Ajaccio'da yapılan Med7 Zirvesi kararları konusunda Fransa Başkanı Emmanuel Macron’un, türkçe bir twitter mesajı yayınlaması bile, sırf türkçe olması yüzünden, tipik bir aşağılık duygusu ile sevinçle karşılanıyor. Halbuki, Macron, ‘Türkiye'ye net bir mesaj gönderdik: iyi niyetli, naiflik olmaksızın sorumlu bir diyalogu yeniden açalım. Bu çağrı bundan böyle Avrupa Parlamentosu’nun da çağrısı. Görünüşe göre de işitilmiş. İlerleyelim.’ derken, açık ki, Güney Kıbrıs’a gönderdiği Charles De Gaulle Uçak Gemisi ve Mirage savaş uçakları filosunu ve Yunanistan’la Fransa’nın (NATO üyesi iki ülkenin, NATO dışında yaptığı başka bir) Savunma İşbirliği Andlaşması’nı hatırlatmış oluyordu.
Ege Denizi ve Akdeniz üzerine yapılan tv. tartışmalarının hüzün verici olduğu kadar eğlendirici de olan birisine değinilmesi gerekiyor.
Bir tv. kanalında, emekli bir amiral inciler saçıyor ve kimse itiraz etmiyordu. Bu kişi, hattâ 1930’larda, ‘Sümerler, Hititler, vs. gibi 2 bin yıl öncelerdeki Mezopotomya devletlerinin de türk devletleri oldukları’ şeklinde okutulan ‘kemalist tarih safsataları’nı bile geride bırakıyor, türklerin Anadolu’da 18 bin senedir olduğunu ileri sürüyordu.
Ama, em. amiralimiz bununla da yetinmiyor, ‘Aslında, Ege kelimesinin türkçedeki ‘Aga’ kelimesinden geldiğini’ de söylüyordu. (Hatırlayalım, 1934-35’lerde de, ‘Niagara Şelâlesi’nin; türkçe ‘Ne yaygara’dan; Kanada’nın başkenti Ottava’nın i da türkçe ‘ot ve tava’ kelimelerinden geldiğini, bütün dillerin türkçeden doğduğunu iddia eden ‘Güneş-Dil Teorisi’ vardı.)
Ehh, bu kadar yelken açtıktan sonra, bu ‘bahriye’li emekli paşa, ‘Agamemnon’ isminin de türkçe olduğuna, ‘Memnun Ağa’ ibaresinden geldiğine dair saçma- seçme cümleler de kuruyordu.
Gerçekte ise, Agamemnon’un, antik Yunan mitolojisinde yer alan bir kral’ın ismi olduğu ve Truva’yı (Çanakkale’yi) ele geçirmek için dev bir donanmayla geldiği halde, başarılı olamadığı; ama, o zamanın en güçlüsü sayılan bir donanmayla alınamayan Truva’nın, ‘dev bir tahta at’ın içine yerleştirilen askerler eliyle ele geçirildiği hatırlanmalıydı. (Dev ordularla ele geçirilemeyen nice ülkeler de, Truva atı yöntemiyle, içeriye sokulan veya içeriden elde edilen kuklalar eliyle ele geçirilmedi mi?)
Daha da ilginç olan şu ki, ‘Agamemnon’un ‘Memnun Aga’dan geldiğini ekranlarda milyonlarca muhatap karşısında iddia eden em. amiral, galiba, Agamemnon Zırhlısı’ndan da habersizdi. Dahası, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı sonunda yenilgiyi kabul ettiği ‘Mondros Mütarekesi’ (silah bırakma) anlaşmasının Yunanistan’ın Agamemnon Zırhlı Savaş Gemisi’nde imzalandığından da habersiz gözüküyordu.
Bu ekran tartışmaları sırasında, tarihin sorgulanamaz tarafına az-biraz değinildi mi, birilerinin put’una dokunulmuşçasına, nasıl feveran ettikleri de görülüyor..
Nitekim, tartışmacılardan -üstelik, dersime iyi çalıştım da geldim..’ diyen birisi, Kıbrıs’ın Lozan’da değil, 2. Abdulhamîd tarafından İngiltere’ye verildiğini söylüyor, ve kimse düzeltmiyordu.
Halbuki, tahta çıkışının henüz 6’ncı ayında, ‘milâdî-1877-78 (Hicrî- 1293) Rusya Harbi’yle karşılaşan Abdulhamîd, Rus ordularının Batı’da Osmanlı Balkanı’nı (bugünkü Romanya ve Bulgaristan’ı) aşıp, İstanbul önlerine, Yeşilköy’e; Doğu’da ise, Kafkaslar’ı aşıp Kars-Erzurum üzerinden taa Bayburt’a kadar geldiği bir büyük ve yıkıcı felâketle karşılaşmıştı.
İstanbul’un Rusya’nın eline düşmesine ramak kalmıştı. İngiltere, o sırada İstanbul’un Rusya eline düşmesini istemiyor; Osmanlı’ya yardım eli uzatıyor, ama, bunun için, kendisine, Akdeniz’de ordu ve donanmasını konuşlandırabileceği bir yer istiyor ve 2. Abdulhamid de, çaresizlik içinde, Kıbrıs’ın ‘mülkiyet hakkı’ Osmanlı’da kalmak üzere, sadece ‘intifa’ / faydalanma hakkını İngiltere’ye bırakıyor. Ve Rusya, Osmanlı’ya ağır zayiat verdirse de, hedeflerine tam ulaşamıyor, geri çekiliyordu.
Sonra Osmanlı, İngiltere’nin himaye kanadları altında olduğu havasından kurtulmak isterken, kara Avrupası’nın güçlü ülkesi Bismarck Almanyası ile yakın ilişkiler kuruyordu. İngiltere bu durumdan rahatsız olmuştu ve Osmanlı, 1914’de Birinci Dünya Savaşı’ patladığında, Almanya’nın yanında yer alınca, İngiltere de Kıbrıs adası’nı ilhak ettiğini, kendi topraklarına kattığını ilân etmişti. Ama, bu ilhak, Osmanlı tarafından kabul edilmemişti. Savaş sonunda ise, -bugün Yunanistan’la gerilimlerin temeli olan- Kıbrıs, evet, Lozan’da verilmiştir.
Lozan Andlaşması’nda (o günün türkçesiyle) aynen şöyle denilir:
‘Madde 20: Türkiye, Britanya Hükûmeti tarafından Kıbrısın 5 teşrinisani 1914’de ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder.’
Evet, konu bu kadar açıkken, Kıbrıs’ın kim tarafından verildiğinin söylenmemesi için, konu Abdulhamîd’e atılır ‘uzman’larımızca.. Ne de olsa o, kanunla korunmuyor.
Keza, Ege adalarından sadece Çanakkale Boğazının ağzındaki Bozcaada ve Gökçeada (İmroz) ile (İtalya elinde olan ve 12 Ada dışındakiler), diğerleri Yunanistan’a yine Lozan’da terkedilmiştir.
Böyleyken, bir tartışma programındaki ‘uzman’(!)’lardan birisi, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, Lozan’ın getirdiği sıkıntılardan söz etmesine bile, tahammül edemeyip, o gibi sözlerin o zamanki Ankara Hükûmeti’ne yönelik bir suçlama olduğunu söylüyordu.
Bir diğer ’uzman’, Antalya- Kaş ilçesinin 2 km. ötesindeki 10 km. karelik küçücük Meis adasının da 12 Ada denilen adalar grubuna dahil olduğunu bile bilmiyor olmalı ki, onun da Lozan’da bırakıldığını sanıyordu. Halbuki, 2. Dünya Savaşı sonuna doğru İtalya savaştan çekilirken, Osmanlı’dan Ekim-1912’deki Lozan-Uşi Andlaşması’yla aldığı 12 Ada’yı, şartlara uygun olarak Türkiye’ye teklif ediyor, amma İsmet İnönü, savaşa girmemişken, o faydalı sonuca sahip çıkmanın problemler oluşturabileceği endişesiyle ilgi göstermiyor ve savaşın galipleri de bu ‘12 Ada’yı Yunanistan’a bırakıyorlardı.
Ekranlardaki tartışmalara, ‘reiting’i yükseltecek tartışmalar yapacak kimseler getirilmesi belki kaçınılmaz, ama, bu gibi ’müthiş’ uzmanların yaldızlı lafları, halk kitlelerini de virüs salgını gibi kuşatıyor.
Son günlerde bir de ‘Ata.. tartışmaları’ var ki, evlere şenlik.. Onu da, bir başka yazıda, inşaallah..