Tasarrufları arttırmak şart mı?

Sayın Davutoğlu geçtiğimiz günlerde yaptığı ekonomiye ilişkin sunuşta ulusal tasarrufların milli gelirin yüzde on üçü düzeyinde şekillendiğini, bu oranın çok yetersiz, büyümenin önündeki en temel engelin bu düşük tasarruf hacmi, cari açığın da temel nedeninin bu olduğunu, bu oranı beş sene içinde yüzde 19’a çıkarmak istediklerini ifade etti. 

Bu tasarruf oranı artış hedefi her iktisatçının altına imza atabileceği bir hedef.

Büyüme, verimlilik artışı ile beraber, bir kaynak meselesi ve bu kaynak da tasarruf.

Tasarruf yoksa büyüme de yok ya da büyüme tasarrufunuz kadar oluyor.

Arabanın menzilinin depodaki benzin, mazot kadar olması gibi belki de.

İçinden geçtiğimiz yüzde üçlük büyüme sıkıntısının nedeni de bu, düşük tasarruf arzı (eğitim sektörüne bağlı verimlilik meselesini de unutmayalım).

Milli gelirimizin kabaca sekiz yüz milyar dolar olduğunu düşünsek, tasarruf arzımızın milli gelirin yüzde on üçünden yüzde on dokuzuna çıkması yani altı puan yükselmesi her sene, milli gelirin sabit kaldığı varsayımı ile, yaklaşık elli milyar dolar daha fazla tasarruf etmemiz anlamına geliyor.  

Bu mümkün mü?

Mümkün olsa dahi yan etkileri, maliyetleri nedir?

En önemlisi aynı yüksek büyüme sonucana başka yöntemlerle ulaşmak da mümkün mü?

Büyüme sistemin merkezine ulusal tasarruf arzını koymak eski, küreselleşme öncesi bir anlayış mı?

Ulusal tasarruf oranı kavramı artık sakın aşılmış bir kavram olmasın? 

Ulusal tasarruf arzına dayalı bir büyüme yerine küresel tasarruf havuzundan elde edilecek kaynaklarla büyümek daha sağlıklı olabilir mi?

Dünya her sene 75 trilyon dolar gelir üretiyor, bunun yaklaşık on trilyonunu tasarruf ediyor, bu on trilyon dolarlık tasarrufun en azından üç ya da dört milyar doları, senelik akım olarak, stokları bir kenara koyuyorum, güvenilir yatırım alanları arıyor.

Dikkat ederseniz, “güvenilir” kelimesini öne çıkarıyorum zira küresel yatırımcı artık yüksek getiriden belki daha fazla “güvenilir yatırım ortamı” arayışı içinde.

Evrensel hukuk çıtasına çok yakın, ya da en iyisi, bire bir örtüşen bir hukuk sistemi, bir güvenilir yatırım ortamı yaratarak iç tasarruf açığımızı doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile kapatmak kanımca bizim için en iyi çözüm.

Dış tasarrufa bağlı olarak gelecek yatırımların teknolojik dışsallık yaratma meselesi de işin cabası, belki de en çok ihtiyacımız olan şey.

İç tasarrufların altı puan yani bugünkü fiyatlarla elli milyar dolar artışının iç piyasayı daraltıcı etkisi, içeride yaratılan tasarrufların konut, araba, altın gibi alanlara kayma alışkanlığı da unutulmamalı.

Daralacak iç piyasaya paralel olarak ihracat artışının yakalanacağı da kesin değil zira ihracat dış piyasalara bağlı bir konu ağırlıklı olarak.

On ya da on beş sene ekonominin yüzde altı ya da daha yüksek büyüme oranlarını sağlayacak dış tasarrufların yükselteceği milli gelir üzerinden tasarruf oranı artışını düşünmek muhtemelen daha sağlıklı neticeler vermeye aday.

Tasarruf oranı meselesini küreselleşme süreci hiç yaşanmamış, sermaye hareketleri hiç serbestleşmemiş gibi ele almanın çok önemli hatalara bizleri sürükleyebileceğini öngörmek lazım.

Dış kaynak, dış tasarruf çekmek için evrensel standartlara çok yakın bir hukuk devleti çıtasının gerekliliği de işin başka bir artısı.

Yüksek büyüme hedefimizi lütfen “biz bize benzeriz”, “Türkün Türkten başka dostu yoktur” yanlışlarına heba etmeyelim.