Tasfiye değil, pazarlık

Acaba son bir ayda yaşananlar, sadece sokaktaki birkaç eylemciden ve onları sahaya sürenlerin günü birlik hesaplarından mı ibaret? Başka bir ifadeyle soralım. Buradaki hesap/operasyon nasıl bir değişimi hedefliyor ve bu parantezde kime ne düşüyor.

Bunu anlamak için çok fazla zamanımız kaldığını hiç sanmıyorum. İsterseniz şimdilerde neredeyse hafızalarımızdan sildiğimiz ‘Gezi öncesi’ dönemde olanları kısaca bir hatırlayalım.

Malum operasyon öncesinde Türkiye, gerek müzakere süreci, gerek Akil Adamlar faaliyeti, gerekse bu sürece verilen geniş destek üzerinden yıllar yılı ayaklarına pranga vuran bir sorunla ilgili ilk kez ciddi bir çözüm yoluna girmişti. Umutlarımız yeşermiş, kafamızı kaldırıp coğrafyada aleyhimize yapılan hesapları bozacak cesareti bulmuştuk kendimizde. Hala bunu koruyoruz, hala çözüm için umutlar taze. Ama ciddi bir zaman kaybına uğradığımızı görmek ve bunu telafi etmek için de adım atmak gerekiyor.

Dahası operasyon öncesinde Türkiye, gerek Suriye, gerekse Irak politikası üzerinde önemli avantajlara sahipti. Şam’daki diktatör, ne yazık ki bu sürede nefes aldı, katliamlarını ağırlaştırdı. Ayrıca içimizdeki birtakım tuhaf adamlar da Gezi’den Şam’a bir ihanet hattı çekmekte sakınca görmediler.

Bu coğrafyada bağımsızlık iddiası neresinden bakarsanız bakın büyük bir iddiadır. Bedeli vardır ve onu ödemeye hazırsanız anlam kazanır. Türkiye, bir yandan kendi iç dengelerini kurarken, diğer yandan bulunduğu çatışmalı coğrafyada iddialı, kararlı ve bir o kadar da riskli duruş sergiledi. Bundan geri adım atması mümkün değil.

***

Diğer yandan biraz daha soğukkanlı bakıldığı takdirde güçlü bir Türkiye’ye küresel ölçekte toptan bir itirazın olmadığını da görmekte yarar var. Elbette bu yükselişin sarstığı, hatta alt üst ettiği çıkarlar var. Bunların sahiplerinin Ankara’ya karşı operasyon tezgahlamasını da büyük sürpriz olarak görmemek gerekiyor.

Burada üzerinde düşünülmesi gereken en önemli başlık, Türkiye’nin mevcut dengeleri yeniden kurarken, tümüyle yalnızlaşmadan, belli çıkarların kesiştiği alanları tekrar gözden geçirmesi. Kuşkusuz iddialı olmak, duruş sergilemek önemli. Ama dış politikada dengeleri yeniden kurmak, aynı zamanda yeni ittifaklar oluşturmaktan geçiyor.

Belli ki olup biten, mevcut siyasi, ekonomik ve toplumsal düzende önemli değişimleri tetikleyecek. Buna ne kadar hazır olup olmadığımızı, bu değişimlerin hangi alanlarda ortaya çıkacağını, siyasetin kendisini buna göre dizayn edip etmeyeceğini önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz. Hazırlıklı olan, zamanın ruhunu doğru algılayan kazanacak.

***

Tüm bu tartışmaların merkezinde, odağında bir tek aktör var: Başbakan Tayyip Erdoğan. Kimi çevrelerin tasfiye, kimilerinin terbiye ve köşeye sıkıştırma amacıyla Erdoğan’ı hedef aldığı çok açık. Bu tür operasyonlara ilk defa muhatap olmuyor. İşin ilginç tarafı, her operasyonda bir sonraki döneme daha güçlü girmeyi de başardı.

Peki bu kez ne olacak? Tayyip Erdoğan bu hamlelere nasıl karşılık verecek. Önünde hayli zorlu bir seçim takvimi var. Devam eden ve hayati önem taşıyan süreçler var. Üstelik bu zorlu virajda herhangi bir alternatif aktör ya da muhalif unsur da sorumluluk almaya niyetli görünmüyor. Alsa ne olur, ayrı bahis!

Şu halde yakın geleceğe bakarken üzerinde duracağımız ana aktör hala Erdoğan. Bunun kolay kolay değişmeyeceğini bilenler, en azından pazarlık güçlerini artırmak üzere sahnedeler.

Bakalım Başbakan Erdoğan bu çok boyutlu hamleye nasıl bir karşılık verecek ve önümüzdeki on yılı doğrudan ilgilendiren sürece nasıl yönetecek.