Tayyibofobi Tayyibizm doğurur

Son iki haftadır olan biten y ve z kuşağı diye tanımlanan 80-90 doğumluların marifetiymiş gibi bir algı oluşturuluyor. 28 Şubat’ı yaşamamış, Tayyip Erdoğan’dan başka lider tanımamış, ötekileştirmek nedir bilmeyen, dünya vatandaşı, küresel eylemci ve nasılsa aynı zamanda a-politik bir gençlik hareketi tarifi yapılıyor. Bu, olandan çok olması istenen. Eylemlerin vandalizm boyutunu örtmeyi amaçlayan bir gayretkeşlik.

Ancak Gezi Parkı sürecinin tamamen spontan geliştiği de bir masaldır. Eylem yerindeki yabancıları “Erasmus öğrencileri bunlar” deyip normalleştirmek (elbette ki Erasmus öğrencileri de vardır), olayların Avrupa, Amerika ve kimi Arap basınında yer alış şeklini dünyanın en normal şeyi gibi izah etmek de filtreli bir mesajdır.

Küfür repertuarı

Yabancı basında yer alan, Başbakan’ı padişah kostümleri içinde haberleştiren bir anlayış, hem çok ‘yerli laikçi’ durmakta hem de çok sipariş kokmaktadır. Eylemin arkasında faiz lobileri olduğu gerçeğini ise “Başbakan zaten kafayı takmıştı onlara”, ya da “bilmem ne oteli kapılarını yaralılara açtığı için intikam alıyor Başbakan” gibi sürreel yorumlarla çarpıtmak yine eylemi masumlaştırma çabasının bir tezahürüdür.

Ayrıca 28 Şubat’ın mağdur ettiği geniş toplumsal kesimin bugün kendilerinden olmayanları ötekileştirdiğini, bunun tersinden bir 28 Şubat süreci olduğunu söylemek de artık analizi çok aşan provokatif bir yorumdur.

A-politik dediğimiz gençler 28 Şubat’ın akut dönemini yaşamamış olabilir, ama 28 Şubat’ın Kıvrıkoğlu’nun arzu ettiği gibi bin yıl sürmemiş olması ertesi yıl bittiği anlamına gelmiyor. Bugün üniversitede okuyanlar Ak Parti’ye açılan kapatılma davasını, Ergenekon ve Balyoz Davalarına sebep teşkil eden derin devlet operasyonları ve darbe teşebbüslerini, 367 kararını, Kürt açılımını ve bu son 10 yılın hızlı değişiminin bütün çalkantılarını yaşamış ya da bir şekilde bunun bilgisine sahip olmuş, bu olaylar karşısında kendini taraf hissetmiş bir nesil. “Tek dertleri Başbakan’dan saygı görmek” şeklinde ifade edilen son derece naif talebin ifadesi neden vandalizm oluyor? Ya da Taksim’in küfür repertuarını bu naif istek mi besliyor?

Gezi’nin makul mesajı

Eylem analistlerinin görmediği bir husus da Gezicileri yan yana getiren motivasyonun kent duyarlılığı olmaktan çoktan çıktığı. “Tayyip gitsin de ne olursa”da birleşmiş bir koalisyon var orada. Kıyı bucak dolaştım Gezi’de. Kendimi hiçbir çadırda, hiçbir pankartın altında, hiçbir sloganın yanında rahat hissedemedim. Bir kere “kurtarılmış bölge” yaratma isteği başlı başına sorunlu. Bu bir yana “sessiz çoğunlukla eylemci azınlık” arasındaki farkın çok net bir tezahürü var Gezi Parkı’nda.

Şunu görmek lazım; Türkiye’nin kahir ekseriyeti, ne vandalizme hoşgörülü ne de Tayyip nefretine. Şimdi yapılması gereken, “sessiz çoğunluk” ile “eylemci azınlığın” gerçek bir analizi olmalı ve tabii ki sessiz çoğunluğun sükunetini bozmamasının temini...

Bu süreç bir miktar safların sıklaşması sonucunu doğurdu. Nilüfer Göle’nin dediği gibi “oradaki mesaj siyasi değil toplumsal” deyip mesajı paketlemek ve ideolojik duruşların üstünü örtmek olmaz. Siyasetin makbul olanı toplumsala duyarlı olandır zira. Taksim aslında siyaseten güçlü bir muhalefet arıyor. Fakat Gezi’ninmesajını en kolay alacak olan hükümettir. Aldığı mesajı siyasete dönüştürmesi en kolay olan da. Ama mesajın biran evvel Tayyibofobi gölgesinden çıkması gerekiyor. Zira bu Hükümetin makul mesajı almasını zorlaştırıyor. Ayrıca her yersiz korku karşıt bir pozisyon yaratıyor.

Tayyibofobinin bir de y ve z kuşaklarına yüklenmesi ise en iyi ihtimalle Tayyibizmin icadi olur.