Teflon

Hoş bir karşılaşmamız olmadı. Karşılıklı birbirimizin canını sıktık. Ben biraz daha hoyrat davrandım galiba. Saygısızlık etmemeye ve hakkaniyetten sapmamaya özen göstererek, ağır sayılabilecek bir karşılık verdim. 

Hak etmiş miydi?

Bence hak etmişti.

Bugün dönüp baktığımda, “evet, hak etmişti” diyorum ve hatırlayabildiğim kadarıyla kendisi de çok ısrarcı olmadı itiraz yönelttiğim konularda. 

Nuran Yıldız’dan söz ediyorum.

Bir internet sitesinde (“Gazeteciler” adlı bir internet sitesinde) yazıyor. İletişim konusunda “uzmanlığı” olan biriymiş. Bilmiyordum. Bir vakitler, bir generale danışmanlık yapmış. Bu konuda da bir malumata sahip değilim. Kendisinden ve yazarlığından tesadüfen haberdar oldum. 

Hakkımda bir sataşmada bulunmuş, biraz da ayıp etmişti... Ne birazı? Epeyce ayıp etmişti. Tafsilatını bu sütunda aktarmıştım. Okuduğum yazarlar arasında değildi ama haksız sataşmasıyla “ne yazdığını merak ettiğim yazarlardan” biri olmuştu. (Hanımefendi kendime önem atfettiğim sonucunu çıkarmasın diye eklemek zorundayım: Kötü bir gazete okuyucusuyum, kötünün de kötüsü bir internet izleyicisiyim. Dolayısıyla, mezkûr sataşmasına kadar ne kendisinden, ne de yazdıklarından haberdardım. Böylece “bilişmiş” olduk.)

Bu girizgâh ne için?

Birazdan Nuran Yıldız’dan uzunca sayılabilecek bir alıntı yapacağım.

Konu, matbuatımızdaki “Altan’lar” sorunsalı.

Bir yazıyı bazen, “keşke ben yazsaydım” diye okursunuz.

Nuran Yıldız da, Altan’lar hakkında, “Niye bunu ben yazmadım ki” dedirten bir yazı yazmış... Basit ve kolay bir yazı... Kuş kondurmuyor. Üslup özellikleriyle çarpmıyor. Ama iyi bir yazı... Basit ve kolay yazmak da, enikonu maharet gerektiriyor elbette.

Naçizane, “Altan takıntılı” bir yazar olarak, aradığım birçok karşılığı Nuran Yıldız’da buldum.

Paylaşmayı ödev sayıyorum:

Dün. Derste. İyi öğrencilerimden biri konuya girmese. Ben de. Hürriyet’in, Ahmet Altan’ı tertemiz yıkaması konusuna hiç girmeyecektim. Genç iletişimliler, Altan’gillerin üzerine hiçbir şeyin yapışmamasının nedenini merak ediyorlar. Gençlik. Kafaları muzır işleyebiliyor.

Mutfakla ilgiliyseniz. Bilirsiniz. En çok talep edilen tava çeşidi teflon tipi olanlar.

Nedeni basit. Yapışmıyor. Ne koyarsan koy, evir çevir pişir.

Teflon tipi kişiler de benzer ilgiyi görüyor. Ne yaparlarsa yapsınlar üzerlerine yapışmıyor. Tavayı tutan el kirleniyor, tava tertemiz iş göreceği zamanı bekliyor.

Mesela. Çetin Altan vekilken, onu hırpalamaya kalkıyorlar. Araya giren kişi ağır yaralanıyor. Bir zamanlar güya Marksist. O dönem. Onun ödediği fatura, Marksistlerin ödediği ağır fatura yanında bir şey değil. Vatan için ölmek prim yaparken “ölün” diyor, kapitalizmin kaymağına bulanınca “vatanı seveceğinize gidin evinize karınızı sevin” türü ergen psikolojisine yatıyor.

Mesela. Neden Taraf’a bavul dolusu sahte belge getiren kişi tutuklanıyor da, o belgeleri yayınlayan adam çarşaf çarşaf röportaj vermeye devam edebiliyor? Belli ki o yayın yönetmeni, yaptığı haberlerin yol açtığı büyük felaketleri zerre umursamıyor. Peki, nasıl olur da “toplumun vicdanı” olmaya soyunmuş Hürriyet, bu aymazlığa çanak tutabilir?

Bu teflonik durumlara sürekli yeniden tanık oluyoruz.

Mesela. Altan’gillerin oğlu, yaşam dolu Defne Joy’un ölümüyle anıldığı halde, “cici çocuk” muamelesi görmedi mi?

Herkes işten atılsa bile onların okunmayan yazıları, izlenmeyen programları sürer gider. Medya dünyasından biri bakkalda tartışsa baş haber olur da neden Altan’gillerin hayatları ortaya dökülmez, kulaktan kulağa fısıldanmakla kalır?

Biri bize Altan’gillerin kerametini açıklasa da haklarındaki her haberle sinirlerimizin tavan yapmasına engel olsak.

HAMİŞ:

İşbu yazı, “işime gelen bölümler”  iktibas edilmek suretiyle düzenlenmiştir. Noktalama işaretleri Nuran Yıldız marifetidir.