‘23 Nisan’ geliyor...
‘Bugün 23 Nisan, /Neş’e doluyor insan, /Vatanı satmıştı hain Sultan..’ terâneleriyle büyütülmüş bir nesliz biz..
Bizden iki nesil öncekiler ise, 1908’de 2. Meşrutiyet‘in ilânı dolayısiyle, ‘10 Temmuz Hürriyet Bayramı’ (23 Temmuz 1908) terâneleriyle büyütülmüşlerdi, ama o nesiller, marşlarla yücelttikleri o günün semeresinin, 625 yıllık bir devletin buharlaşmasıyla noktalandığını göreceklerdi; savaşlardan geride kalabildilerse..
100 yıl önce, Ankara’da Hacı Bayram Câmii’nde kılınan Cuma Namazı’ndan sonra, oradan Meclis binasına kadar, yolun iki tarafındaki halkın gözyaşları, ilâhîleriyle ve ellerinde, yüksekte tuttukları Kur’an-ı Kerîm’ler altından geçen meb’ûsların o gün, ‘Makaam-ı Hılafet’e sadâkatle bağlı kalacaklarına dair ‘Allah adına’ ettikleri yeminlerin manevî atmosferinde, ‘Âlem-i İslâm’a hitaben, ‘Meclis Reisi Mustafa Kemâl’ imzasıyla yayınladıkları müthiş güzel beyannâmeyi bir daha hatırlayabiliriz.
(Bu vesileyle belirteyim, Meclis Başkanı Mustafa Şentop hocanın teklifiyle, 23 Nisan akşamı saat 21.00’de bütün ülkede, Müslüman halkımız pencere ve balkonlardan, ‘İstiklal Marşı’ okumaya, ‘Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl..’ demeye davet ediliyor.
Ancak, o saat bazı yerlerde Yatsı Ezânı’na denk geliyor. Mustafa Hoca, bu hususun dikkate alındığını, bu Marş okumanın sadece 2 dakika süreceğini; Yatsı Ezânı’nın ise o saatte, Samsun, Amasya, Yozgat ve Kırşehir meridyeni üzerindeki yerlerde okunacağını, sadece 2 dakikalık bir gecikme olabileceğini, ülke çapındaki o düzenleme için başka bir yöntem bulunamadığını belirtti.)
Bu yazıda değinmek istenilen bir diğer nokta daha var.
10 gün öncesini, hatırlayalım. Yani 10 Nisan’ı ve 10 Nisan 1950’yi..
O gün, Osmanlı’nın en iyi yetişmiş askerlerinden ve (merhum Necîb Fâzıl’ın şâhidliğiyle , mütedeyyin de sayılan) ve de 1923 sonrası rejimin temel direklerinden birisi olan Müşir (Mareşal) Mustafa Fevzî (Çakmak) Paşa’nın vefatının 70. Yıldönümü idi. Ama, o gün -takib edebildiğimce- hiçbir yerde hatırlanmadı bile..
Halbuki, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden 34 gün önce meydana gelen bu vefat karşısında, halkın hissiyât ve teessürü o kadar derin idi ki, âdetâ, 27 yıllık diktatörlük dönemine bir sille vurmak için de bir araya gelmişlerdi, kitleler..
Sadece Mustafa Fevzî Paşa değil, Mustafa İsmet Paşa da yakın tarihimizin en önemli simâlarındandırlar.
12 yıl C. Başkanlığı, 15 yıl Başvekillik İsmet Paşa’nın da ölüm tarihini bilen var mı?
Varsa- yoksa, tek bir kişi.. 100 yıla yakın zamandır, sadece tek kişinin ismi, resmi, büstü ve heykeli, her yerde o var, ve her şeye o hâkim gösteriliyor.
Şevket Süreyya, ölümünden birkaç ay önce, 1975’te, Milliyet’teki bir makalesinde, ‘Kahraman putlaştırıldığı zaman ölür ve biz Atatürk’ü putlaştırdık; ama, mecburduk da.. Çünkü yeni bir dünya görüşünü tesis ediyorduk..’ diyordu, özetle..
Geleceğin, geçmişteki yanlışlardan arındırılması için, siyasî şahsiyetlerin, yeni nesillere hür akılla yapılan tahlillerle anlatılması gerekmez mi? Ve yeni rejimin bütün yanlışlarına 22 yıl boyunca Gen. Kurmay Başkanı olarak bekçibaşılık yapan Fevzî Paşa da, dönemi de derinlemesine tahlil edilmeli değil midir?
Tarihimiz, istesek de/istemesek de, sevsek de/ sevmesek de bizimdir, bizim geçmişimizdir, doğrusuyla-yanlışıyla.. Tarihî şahsiyetler de, hadiseler de, serbestçe tahlil edilebilmelidir.
Ama, birileri de, o zaman bir şeylerin yıkılacağından korkup, habire, ‘tek kişi heykeli’ yontmayı kurtuluş sanıyorlar.
Mehmed Âkif merhûm, Firavun mumyaları karşısında ne demişti:
‘Evet, bütün beşerin hakkıdır beqâ emeli,/ Lâkin, bunu ne taştan, ne de leşten beklemeli..’