Temel meselemiz devlet anlayışımız

Türkiye’de bütün yollar devlete çıkar.  Sorunların çözüm yolları devlete çıksa, devletten geçse çok itiraz etmeyeceğim.

Tam aksine, sorun yaratan bütün meselelerin geçtiği yollar devlete çıkıyor.

Devlet tanımını yanlış yapıyoruz, devlet anlayışımız yanlış ve bu nedenden de ülkemizin sorunlarına bir türlü kalıcı çözümler üretemiyoruz.

Türkiye’mizin bir türlü kalıcı çözümler üretemediği sorunlar nelerdir?

Kürt meselesi vardır.

Alevi yurttaşlarımızın çok önemli sorunları vardır.

Alevi meselesiyle bir ölçüde ilişkili laiklik meselesi vardır.

Kadınlar hala ve hala oldukları gibi kamusal yaşama katılamıyorlar.

Bu liste uzatılabilir, tüm bu sorunların ortak paydası devlet anlayışımızdır.

Devlet nedir?

Devlet nötr yani vatandaşa yönelik tarafsız kamu hizmeti üreten bir hizmet teşkilatıdır ve sadece de budur.

Devleti nötr bir hizmet teşkilatı kavramını aşarak algılamaya, tanımlamaya kalktığınızda da başınız beladan kurtulamaz.

Kürt meselesinden başlayalım.

Anayasamızın (1982) 66. maddesi bir hizmet teşkilatı olması gereken devlete bir sıfat yakıştırmakta ve madde “Türk devletine.....” ifadesi ile başlamaktadır.

Bir hizmet teşkilatı olan, asli ve yegane vazifesi vatandaşa nötr kamu hizmeti üretmek olan devlet türk ya da kürt ya da arap ya da ermeni devleti olamaz.

Devlet bir hizmet üretim teşkilatı olarak nötr olmalıdır, yani kamu hizmeti üretirken kendini vatandaşın etnik aidiyetinden bağımsız tanımlamak zorundadır.

Vatandaş türk olur, ama aynı zamanda başka vatandaş da kürt, arap, çerkes, rum ya da ermeni olabilir ama devlet türk olamaz.

Kürt meselesinin sembolik özü Anayasanın 66. maddesinin “Türk devletine.....” diye başlamasıdır.

Laiklik meselesi de aslında kürt ya da türk meselesinin benzeri bile değil, aynısıdır.

Devlet din hizmeti konusunda da tarafsız kalmak zorundadır.

Bu alanda tarafsızlık özünde devletin din hizmeti üretmemesidir, din hizmeti üreten kuruluşları anayasal olarak genel idare içinde zorunlu olarak telakki etmemektir.

Vatandaş müslüman olur, hıristiyan olur, sünni ya da alevi ya da başka bir inancın müntesibi olur, inançsız olur, vs.

Devlet tüm bu inançlar ya da inançsızlık karşısında nötr olmak zorundadır.

Devlet kamu hizmetinin nötr olmasını sağlar, kamu hizmeti üreten kişinin özel alanındaki tercihi, mesela türbanı ile ilgilenmez ama bu tercihin kamusal alanda görünürlüğüne de karışmaz.

Aynen aynı devletin türk, kürt, çerkes, ermeni, vs. etnik aidiyetler karşısında nötr olmasının bir hukuk zorunluluğu olması gibi.

Devletin arzettiği hukuk manzarasına bir göz atalım.

Anayasanın dibacesinde türk milliyetçiliği (Atatürk milliyetçiliği) zorunlu bir ideoloji olarak dayatılıyor, vatandaş milliyetçi, üstelik bir tür tanımlı milliyetçi olmak zorunda.

Devlet kendi vatandaşının heterojen etno-kültürel aidiyet dağılımına rağmen kendini türk devleti olarak tanımlıyor (Madde 66).

Anayasanın 136. maddesi sadece belirli bir inanca din hizmeti götürülmesini, bu hizmetin eksiksiz tüm vatandaşların finanse ettiği merkezi bütçe tarafından finanse edilmesini öngörüyor.

Yargıtay hıristiyan yurttaşlarımız için yabancı tabiri kullanma cüretini gösterebiliyor.  

Özetle, devlet kendini belirli bir etnisite ve inanç cinsinden tanımlayabiliyor.

Ve sonra da hepimiz neden Türkiye’de kürt meselesi var, neden aleviler seslerini yükseltiyorlar, azınlık yurttaşlarımız neden tedirgin diye kendimize saçma sapan sorular yöneltebiliyoruz.