
İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) Kudüs'te gerçekleştirdiği son liderler zirvesi, Doğu Akdeniz'de son yıllarda giderek belirginleşen dışlayıcı güvenlik anlayışının yeni bir tezahürüdür. Deniz güvenliği, kritik altyapının korunması, siber tehditler ve terörle mücadele başlıkları etrafında şekillendirilen bu üçlü diyalog, yüzeyde teknik ve meşru güvenlik kaygılarına dayandırılsa da, özünde bölgesel güç dengelerini belirli aktörler aleyhine yeniden dizayn etmeyi amaçlayan siyasi bir girişim niteliği taşımaktadır.
Uluslararası ilişkiler teorisi, özellikle realizm ve güvenlik çalışmaları literatürü, bu tür ittifakların genellikle "ortak tehdit" inşası üzerinden meşrulaştırıldığını ortaya koyar. Bu bağlamda İsrail-Yunanistan-GKRY hattında geliştirilen güvenlik söyleminin merkezinde, açıkça telaffuz edilmese de Türkiye'nin yer aldığı görülmektedir. Türkiye'yi bölgesel bir aktör değil, bertaraf edilmesi ya da dengelenmesi gereken bir rakip olarak konumlandıran bu zihniyet, Doğu Akdeniz'de istikrar üretmekten ziyade güvenlik ikilemini derinleştirmektedir.
Tehdit İnşası Üzerinden İttifak Siyaseti
Tarihsel deneyim, dışlayıcı ittifakların kırılgan olduğunu ve çoğu zaman çatışma riskini artırdığını göstermektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar birçok örnek, bölgesel sorunların dar bloklar üzerinden yönetilmeye çalışılmasının uzun vadede başarısızlıkla sonuçlandığını teyit etmiştir. Doğu Akdeniz gibi çok katmanlı, tarihsel ihtilaflarla yüklü bir coğrafyada benzer bir hatanın tekrarlanması, bilimsel açıdan rasyonel değildir.
Daha da sorunlu olan husus, GKRY'nin bu üçlü yapı içerisinde Kıbrıs Adası'nın tamamını temsilen hareket ediyormuş gibi davranmasıdır. Ada üzerinde iki halk ve iki ayrı siyasi gerçeklik varken, GKRY'nin deniz yetki alanları, enerji güvenliği ve askeri işbirlikleri konusunda tek taraflı inisiyatif alması, uluslararası hukukun ruhuyla bağdaşmamaktadır. Birleşmiş Milletler parametreleri dahi Kıbrıs meselesinin çözümsüzlüğünü kabul ederken, GKRY'nin "tek meşru otorite" iddiasıyla bölgesel güvenlik mimarilerinde yer alması, adadaki Türk toplumunu sistematik biçimde dışlamaktadır.
Türkiye'yi Dışlayan Denklem, İstikrar Üretemez
Liberal kurumsalcı teorinin savunduğu üzere, kalıcı güvenlik ancak kapsayıcı mekanizmalar ve karşılıklı bağımlılık üzerinden tesis edilebilir. Türkiye'nin dışlandığı, Kıbrıs Türklerinin yok sayıldığı ve bölgedeki diğer aktörlerin tehdit unsuru olarak kodlandığı bir güvenlik yaklaşımının istikrar üretmesi mümkün değildir. Aksine bu yaklaşım, Doğu Akdeniz'i işbirliği alanı olmaktan çıkarıp jeopolitik rekabet sahasına dönüştürmektedir.
Sonuç olarak, İsrail-Yunanistan-GKRY ekseninde geliştirilen bu yeni ittifak anlayışı, istikrar arayışı değil; güç siyaseti ve dışlama pratiğinin güncellenmiş bir versiyonudur. Türkiye'yi rakip olarak görme psikolojisinden çıkılmadığı, Kıbrıs'ın siyasi gerçekliği kabul edilmediği ve bölgesel meseleler kapsayıcı diyalog zeminine taşınmadığı sürece, bu tür girişimlerin Doğu Akdeniz'e barış değil, daha fazla gerilim getireceği açıktır. Uluslararası ilişkiler bilimi, istikrarın dışlayıcı bloklarla değil, karşılıklı tanıma ve ortak güvenlik anlayışıyla mümkün olduğunu defalarca kanıtlamıştır.