Tepeler bazen tefekkür içindir

Ýstanbul’un görkemi biraz da Osmanlý dönemi dinî mimarisinin eseridir; dünyanýn en güzel kentlerinden biri olduðu kuþkusuz Ýstanbul’un siluetinden selâtin camilerini çýkardýðýnýzda ihtiþamý da silmiþ olursunuz.

Camiler hem þanlý bir geçmiþin, hem de o geçmiþin mirasýna sahip çýkýldýðýnýn habercisidir.

Mirasa sahip çýktýðýmýz bellidir de, onu sürdürdüðümüz söylenemez. Son elli yýl içerisinde inþa edilmiþ binlerce cami içerisinde, Mimar Sinan veya Sadefkâr Mehmet Aða ayarýnda olanlarý bir tarafa býrakalým, Osmanlý’nýn üçüncü sýnýf mimarlarýnýn eserlerine biraz olsun yaklaþan tek örnek yoktur.

Ankara’daki Kocatepe Camii’ni bilenler ne demek istediðimi anlayacaktýr.

Osmanlý’nýn son dönem eserlerinden Ortaköy Camii (1853, Nikoðos Balyan) ile Bebek Camii (1912, Mimar Kemalettin) bile çoðu hiçbir estetik zevke hitap etmeyen bugünün camileriyle mukayese edilemez. Yeniler ibadethane ihtiyacýna cevap veriyor sadece; inancýn estetize edilmiþ bir mekâný olmalarýnýn beklenmediði hemen anlaþýlýyor.

Büyük kentlerimizdeki estetik zevk aranmadan inþa edilen ibadethaneler Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn titizlikle üzerinde durmasý gereken konularýn baþýnda geliyor. Berlin’i yeniden baþkent yapýp duvarýn yýkýlmasý sonrasýnda meydana çýkmýþ geniþ meydaný canlandýrýrken Almanlar’ýn benimsediði türden bir mimari titizliðe bizim de ihtiyacýmýz var.

Zagrep’te 1987 yýlýnda ibadete açýlmýþ, iki Hýrvat mimarýn eseri olan cami bir mistik duyuþa ve estetik anlayýþa sahip de, bizim çoðu camimizde ayný ruhu bulamýyoruz.

Sözün nereye geleceðini sanýyorum anladýnýz: Çamlýca tepesine inþa edilmesi projelendirilen cami... Camiye hayat vermesi için seçilmiþ mimarýn gazetelere yansýyan görüþleri, eðer proje üzerinde ýsrarlý olunursa, þimdiye kadar görülenlerden daha vahim bir sonuçla karþýlaþabileceðimizi düþündürüyor.

Göðsümüzü kabartan selâtin camiler, ismi üzerinde, dönemin devlet adamlarýnýn arzularý ve ilgileriyle hayata geçmiþti; hazine-i hassasýndan insanlarýn ibadethane ihtiyaçlarýný karþýlayan sultanlarýn izinde, bugünün devlet adamlarý da masraflarýný ceplerinden karþýlayarak cami yaptýrabilirler elbette... Tek bir þartla: Onlarýn damgasýný taþýyacak cami iþlenegelen mimari cinayetleri sona erdirecekse... Yoksa gözlerimizi bozan, içerisine girme hissi uyandýrmayan, içindeyken bir an önce dýþarý çýkmaya bakacaðýmýz yeni bir camiye ihtiyaç yok...

Yapýlmasý düþünülen caminin hacmi ve büyüklüðü de önemli. ‘Devasa mekân, öncekilerden daha büyük kubbe’ veya ‘hepsinden daha çok minare’ türü tanýmlarla ifade edilen ‘þey’ sonunda devasa bir baþarýsýzlýk da doðurabilir. Sultanlar küçük ölçekte denemedikleri mimarlara dev projeleri emanet etmezlerdi. Çamlýca Camii’ni inþayla görevlendirmeden önce, bu iþ için kollarýný sývayan mimarý, mütevazý bir kenar mahalle mescidiyle sýnamak akýllýca olabilir.

Çok büyük ölçekli bir hayal kýrýklýðý yaþanmak istenmiyorsa...

Mazur görün, sormadan edemeyeceðim: Ýstanbul’un silueti Osmanlý döneminin güzel camileriyle muhteþem; Çamlýca’da yeni bir camiyle o silueti farklýlaþtýrmaya gerek var mý? Her tepeye illâ cami yapýlacak diye bir þart olduðunu sanmadýðým için bunu soruyorum.

Bu yazýyý Çamlýca tepesine fazla uzak olmayan bir tefekkür mekânýnda yazdým.