Terbiye değil insanlık sorunu

Türk siyasi tarihindeki ana akımlardan birisi milletle, milletin değer ve tercihleriyle mücadeleyi esas alan, otoriter devlet anlayışını kutsayan bir anlayışa sahiptir. Hakim ideoloji ve onun ürettiği seçkinci kesim ‘demokrasi tehlikesi’ diye bir yaklaşıma sahiptir, siyasi mücadeleyi demokrasi içinde söz sahibi olmak için değil milletin iradesinin söz sahibi olmasını engellemek için verirler. Onlar için asıl tehlike milletin tüm tercihleri ve değerleriyle ülkenin geleceğine yön vermesidir. Darbeler ve vesayet düzenlemeleri hep iktidarı ve ülke yönetimini millet iradesinden kaçırmak içindir. Demokrasinin kazanımlarını hep bir kayıp, zayiat ve taviz olarak algılarlar. Ne dindarları severler, ne Kürtlerden veya Alevilerden hoşlanırlar. Hepsi kurdukları düzen için bir ‘defect’ veya ‘virüs’tür. Jakobenler öyle bir düzen tasavvuruna sahiptir ki, milleti karantinada tutulması ve sisteme bulaştırılmaması gereken bir ayrıntı olarak görürler. Milletin demokrasi marifetiyle yönetimde söz sahibi olmasını sisteme enjekte edilen bir enfeksiyon gibi algılarlar. 

Demokrasi geliştikçe kızgınlıkları artmıştır, milletin dediği oldukça gözlerini kan bürümüştür, dışlanan kesimler merkeze geldikçe nefretleri artmıştır, farklı yaşam tarzları görünür oldukça kinleri köpürmüştür. Halkın iradesine, tercihlerine, değerlerine, oyuna laf söylerken öfke nöbetleri geçirmişler, insanlıktan çıkar hale gelmişlerdir. İroni, hakaretlerini perdelemeye yetmemiştir. Yaptıkları komiklikler içine düştükleri iğrençliği ortadan kaldırmamıştır. Millete hakareti düşünce diye pazarlayan müptezeller açıkça nefret söylemini yaygınlaştırmıştır.

Nefret söyleminin temelinde millet düşmanlığı ve demokrasi korkusu yatıyorNefret edilen Erdoğan değil halk; hakaret edilen, aşağılanan, etkisizleştirilmek istenen Erdoğan değil millet...

Halkın değerlerine, irade ve tercihlerine saygı duymayan insan, ölüsüne saygı duyar mı?

Bidon kafadan, mezara tükürmekten bahseden yaratık, 301 kişinin ölümüne ‘müstahak’ demez mi?

Onlara göre AK Parti’yi destekleyenler her türlü zulme, baskıya, hakarete ve ölüme müstahaktır! Değil mi ki Erdoğan’ı destekliyorlar gebersinler daha iyi! Ağzından kaçırdıkları hissiyat bu... Bu kadar hastalıklı bir anlayışı gazetecilik diye yutturmanın da bir sınırı olmalı...

Dün Abdülkadir Selvi bunun gazetecilik olmadığını şöyle anlatıyordu: “Gazetecilik bu değil. ‘AK Parti’ye oy verdikleri için o işçilerin ölümü müstahaktır’ diyen kafa yapısına ne demeli. İnsanlığın sıfır noktası. AK Parti ve Erdoğan düşmanlığının geldiği nokta bu. Nefret dili. Bunlar belki gazeteci ya da yazar oldular. Ama bunların insanlık hanesini boş geçin. İnsan olmaya basın kartı yetmiyor. İnsanlar bakanlık görevinden de istifa edebilirler. Ama siz insanlıktan istifa ettiniz.”

AK Parti seçim aldıkça millete duydukları öfke artıyor. Erdoğan zafer kazandıkça millete kızgınlıkları büyüyor. Sandıkla, meydanlarla, kürsülerle, medyayla yıkamadıkları Erdoğan’ı hakaretlerle itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Hakaret ettikçe daha çok batıyorlar, saldırdıkça daha çok kaybediyorlar...

Bir tanesi de çıkmış ekmeğini taştan çıkaran, emek mücadelesi verirken hayatını kaybeden insanlara “Onlar ne şehit, ne gazi. Kâr yoluna gitti Niyazi” demiş. İnsanım diyen biri bu kadar seviyesizliğe, utanmazlığa, aymazlığa nasıl savrulur? Ölen insanı bile aşağılamak nasıl bir kin ve nefrettir?

Bu kadar hakaretin bir ‘gazetecilik sorunu’ olmadığı  aşikar. Buna ‘terbiye sorunu’ veya ‘psikolojik sorun’ demek bile yetersiz. Apaçık bir ‘insanlık sorunu’ yaşanıyor.