Terbiyesiz Profesör

Küfretmeden konuşamıyorlar... Kentli, eğitimli, “yırtmış” insanların kendilerini ifade tarzı artık sadece tahkir ve tezyif... 

Önermelerinizin, itirazlarınızın, eleştirilerinizin bir önemi yok...

Sorduğunuz soruların da bir önemi yok...

Karşınızdaki (tahkir ve tezyifi “doğal hak” sayan) dil, sorduğunuz sorular karşısında birden mütehakkim (hem haklı, hem “doğuştan üstün”) bir dile dönüşüyor ve soru sorma hakkınızı elinizden alıyor. Usulünce, “Sen yoksun” diyor.

Bunu edebi dairesinde yaptıklarını düşünmeyin...

Küfrediyorlar.

Sadece küfrediyorlar.

Herkes sınıfının ve aidiyetinin vazettiği ölçüde konuşmalıdır, “haklı ve doğuştan üstün” insanlarda çelişki aramamalıdır, soru sormaya cüret etmemelidir, sorduğu “doğru” sorulara “doğru” cevaplar beklememelidir.

Çünkü bazı aidiyetler insanı “haklı” kılmıyor.

Çünkü haklı olmanız, “haklı sayılmanıza” yetmiyor.

Bir tarihte, bir gazeteye röportaj veren ünlü bir aydınımıza bazı sorular sormuştum. Daha doğrusu, sarf ettiği bir sözü vuzuha kavuşturmasını istemiştim. 

Darbelerle ve militarizmlerle arasının iyi olmadığını bildiğimiz bu aydınımız, istikbaldeki “dinci yönetim tehlikesine” karşı “darbe”nin bir güvence olabileceğini ima ediyordu.

Mesela, “laiklikten sapılamaz”dı. Çünkü “ordu izin vermez”di. Gerçi vesayet rejimine son vermiş, darbeler dönemini geride bırakmıştık ama belli mi olurdu! Erdoğan otoriterleşmesini sürdürürse, pekâlâ o beklemediğimiz kötü ihtimal gerçekleşebilir, 27 Mayıs benzeri bir darbe gündeme gelebilirdi.

Eh, Erdoğan da gün geçtikçe daha otoriter, hatta “daha totaliter” bir havaya büründüğüne göre, “böyle gitmeyeceğini” (bir darbenin gündeme gelebileceğini) tahmin etmek hiç de zor değildi... (O röportajdan sonra, “Bu böyle gitmez” temalı bir sürü yazı yazdı.)

İşbu aydınımıza, “İstikbaldeki darbeye gerekçe üreten bu sözlerinizle pornografik bir iş yapmış olmuyor musunuz? Ayrıca, ordu neye izin vermez? Laikliği koruyacak mekanizma olarak neden aklınıza ilk olarak askeri müdahale geliyor?” diye sormuştum.

Karşılığında bir sürü hakaret işittim.

Serinkanlı ve ironik tutumuyla tanınan aydınımızda ilk refleksin tahkir ve tezyif olması bağlılarına “ironik” gelmiştir ama durum oldukça dramatikti. (Bazı darbelere güvence gözüyle bakmamızı isteyen aydınımız, şimdilerde cemaatin operasyon gazetesinde “demokrasi” yazıları yazıyor.)

Bunları niçin anlattım?

Sol bir gazetenin (“BirGün” gazetesinin) ahvaline ilişkin iki adet yazı yazmıştım. Daha doğrusu, bazı sorular sormuştum.

Demokrasiden hoşlanmayan, özgürlüklerin iadesini “kafa kesme özgürlüğünün ilk adımı” olarak değerlendiren, barış ihtimali karşısında hafakanlar geçiren, “halkın gazetesi” lejandıyla çıkmasına rağmen sürekli halkın değer tercihleriyle savaşan bu gazetemiz, son zamanlarda “tape gazeteciliğine” yönelmişti ve paralel örgütün yayın organı gibi çıkıyordu.

Bunun nedenini sordum.

Muhatabım “maklube tepsisinden bildiriyorum” gibilerden sululuklar yapmayı tercih ettiği için tartışamadık... Ama “beklenen” cevap alakasız birinden, Prof. Kadir Cangızbay’dan geldi.

Hayır, cevap değil...

Beklenen küfür Kadir Cangızbay’dan geldi:

Şöyle bir bir yazı: “Katır nasıl ses çıkarır? Anırır mı? Kişner mi? Fino sesi çıkartan katırlar, katır sesi çıkartan finolar... Finolar oysa havlar...”

Haa, yanlış anlamalıymışız, fino İtalyancada ince/zarif demekmiş. (Kadir Cangızbay kendisini mahkemeye vereceğimden korkmuş, “zekice” önlem alıyor. Korkma Kadir. Titre.)

Devam ediyor: “Babası aygır, anası eşek katırlar kişner, ama aynı zamanda anırır...”

Bu düzeyde bir yazı...

Tabii araya birtakım entelektüel laflar ve isimler sıkıştırmış, “gözünün önünde oluşan Brueghel ve Bosch’un tablolarındakilere mümasil fantasmagorik imgeler”den bahsetmiş, kavramlara geçit resmi yaptırmış, filan...

Fark etmez Profesör Kadir...

Dünyanın entelektüel bilgisiyle de gelsen, kuş da kondursan, “fantasmagorik” imgelerle de konuşsan durumun değişmiyor.

Sen terbiyesiz bir adamsın.

Sadece busun.

HAMİŞ:

1. Profesör Kadir’in “kötü Türkçe” ve “düşük ahlak”la kaleme aldığı yazısında sadece küfür yok. İnanamayacaksınız ama fikir de var. İşte, “Böylesi arkaik Fransız Cumhuriyetlerinde bile görülmedi” dedirten orijinal bir fikir: “Siyasal dinci yaratıklar; ama yaratık olmayan bizim insanlar da ‘inanç özgürlüğü’nden bahsediyorlar. Oysa, ‘inanç’ ile ‘özgürlük’veya ‘hürriyet’ yan yana getirilebilecek en son kavramlar.”

Neymiş?

Siyasal dinci yaratıklar ve yaratık olmayan bizim insanlar inanç özgürlüğünden bahsediyormuş... (Profesör Kadir’den izin almaları gerekiyordu!)

Şimdi bu adamlar “solcu” oluyor ve BirGün gibi “solcu” mecralarda ahkâm kesiyor.

Hey yavrum hey...

2. Bu Profesör “Yontma Taş Devri”nde mi okudu?

Neden ‘inanç’ ile ‘özgürlük’ veya ‘hürriyet’ yan yana gelemiyormuş?

İmanla bağlandığı “Sakallı” yaşasaydı ne derdi? “Halt etmişsin sen!” demez miydi?