Selim ATALAY
Selim ATALAY
http://www.selimatalay.com
Tüm Yazıları

Terör gibi bir bela çare sınırlı

Sınırların olmadığı Yeni Dünya’da yeni hastalıklar kontrolsüz yayılıyor. Küresel salgın hastalık, küresel terör gibi bir bela. Uluslararası salgın hastalığı, uluslararası terör gibi izlemek, çare düşünmek gerekiyor.

 

Yeni ve büyük salgın ne zaman?

Yıl 2003, Çin’in güneyinde uzak köylerde garip bir ateşli hastalık başladı. Solunum yollarına yerleşen hastalık tedavi edilemiyor, insanlar ölüyordu. Hastalık insandan insana bulaşıp büyük kent Guangzu’ya geldi. Oradan megakent ve uluslararası kavşak Hong Kong’a ulaştı. Hastalığın bir uçak yolcusuyla Kanada’ya Toronto’ya ulaşması fazla zaman almadı. Kanada, Singapur diğer ülke hastaneleri giderek artan sayıda gelen ateşli ve ölümcül bu hastalığın ne olduğunu anlayamamıştı. Hastalığın SARS olduğu fark edilip çare aranana kadar, 8 bin kişi hastalandı. Hastaların yüzde 10’u öldü. Bugünün ölçülerinde bu salgın ‘ucuz’ atlatılmıştı.

Uzak ve ilgisiz hatta dünyaya kapalı bir yerde başlayan bir hastalığın birkaç uçak yolcusuyla, nakliye kamyonuyla, mal getiren gemiyle dünyaya yayılması, birkaç ay alıyor. Her yeni küresel hastalık, çaresi giderek zorlaşan ve ilacı olmayan virüs ve bakterilerle yayılıyor. Dünyanın en büyük dertlerinden biri, salgın hastalıklar. 

Zika hastalığı 2 yıl önce Brezilya’dan dünyaya yayıldı. Batı Afrika’yı yerle bir eden Ebola, 3 yıl önceydi. Grip türü H1N1’i 8 yıl önce duyduk, sayısız insan öldürdü. Bu hastalığın ‘İspanyol Gribi’ diye bilinen bir başka türü 100 yıl önce dünyada 50 milyon kişiyi öldürmüştü.

Bilim ve istatistik, dünyayı saracak ve çaresi olmayan bir salgın hastalığın yakın zamanda başlayacağını söylüyor. Avrupa’da halen kanatlı kuşlarda ve tavuklarda görülen kuş gribi yayılıyor. ‘İnsana bulaşmıyor’ diye tesellisi var, ancak virüs her gün gelişiyor, güçleniyor, ortama uyuyor ve bir gün insana bulaşacak. Çin’de en az bir yıldır kanatlı hayvanlarda süren ve giderek korkunçlaşan H7N9 gribi tam olarak insana geçmedi, ancak o da güçleniyor. 

Ülkeler nasıl askeri stratejik tehlikeler için plan yaparsa, güvenlik güçleri teröre karşı nasıl hazırlıklıysa, Bilim insanları, sağlık uzmanları ve doktorlar da yeni salgın tehlikesine karşı hazırlık yapmaktalar. Sağlık riski, savaş ve terör kadar tehlikeli. 

En basit salgın hastalığın, tedavi edilse bile sosyal ve ekonomik maliyeti var. Evde hasta yatmak kişisel bir sıkıntı değil. Evi, aileyi, yakınları ve işyerini etkiliyor. Ülkedeki salgın, üretimi yavaşlatıyor. Geniş salgın ekonomiyi vuruyor. Salgın haberi dışarıda duyulunca turizmi, ticareti, ihracatı vuruyor. 

Beklenen orta boy bir küresel salgının dünyada milyonlarca kişiyi öldürüp en az 570 milyar dolar maliyet yaratacağı hesaplanıyor. Ölüm sayısı arttıkça, maliyetler trilyonlara ulaşıyor. Beklenen büyük salgının dünyaya ekonomik maliyeti, milli gelirin binde biri ila yüzde biri arasında. Kaybolan canın hesabı olmaz. 

Ölümleri azaltmak ve ekonomik maliyeti düşürmek, salgın hastalığa karşı hazırlık yapmakla mümkün. Hazırlık için bir ülkenin kişi başına 1 dolar harcaması gerekiyor. Salgının faturası ile karşılaştırıldığında, bu ucuz bir maliyet. 

Türkiye tehlikenin farkında... Türkiye, BM, Dünya Bankası, G-20 kapsamında salgın hastalıklarla mücadele konusunda etkin. Uluslararası forumlarda TC Sağlık Bakanlarının katılımları, çalışmaları ve uyarıları var. Küresel salgın hastalık konusu o kadar ciddi ki, normalde para-pul-kalkınma işlerine bakan Dünya Bankası ve G-20 de ‘salgın hastalıkla mücadeleyi’ gündeme aldı. 

Hastalık sınır tanımıyor

Dünya Bankası geçen ay toplanan Washington zirvesinde makroekonomik büyüme, merkez bankası para politikaları, kredi, finans konuları yanında, salgın hastalıkları da konuştu. Küresel salgın hastalık riski ilk kez bu kadar üst düzey bir Dünya Bankası toplantısında ele alındı. 

Hatta bir grup ülke, zirve sırasında tatbikat yaptı. Salgın hastalık başlarsa ne yapacağız? 

Senaryoda bir ülkede salgın başlıyor. Solunum yollarına yerleşen esrarengiz hastalık ilaca karşılık vermiyor ve çok sayıda insanı öldürüyor. Bir hafta içinde ölümler nedeniyle bir hastane kapatılıyor. Okullar tatil ediliyor ve binlerce kişi karantinaya alınıyor. Karantina, insanların evlere hapsedilmesi, günlük yaşamın durması demek. 

Gelişmelerin sosyal faturası da var: Panik ve korku. Bilinmeyen salgın hastalık, doğru-yanlış söylentilerle panik ve korku yayıyor. Ülke güç kaybederken, korku ve panik ve hastalık komşu ülkelere yayılıyor. Ölümler artıyor. Ortam, kaos ortamı. 

Sonrası, ilgili hükümetin sağlık, siyaset ve güvenlik birimlerinin maharetine kalıyor. Dış yardım, destek konusu da çok hassas ve çoğu zaman sorunlu. Salgın sırasında uluslararası korku, kuşku ve güven sorunları su yüzüne çıkıyor.

Bu senaryolar çok uçuk ya da uzak değil. Halen Madagaskar’da başlayan alışılmadık bir Veba salgını var. Veba, Ortaçağ hastalığıdır. Ağustos’tan beri 106 kişi öldü. Turistik Seyşel adalarına da sıçradı. Seyşel haberi yalanladı, ancak inandırıcı değil. Madagaskar adasının diğer tarafı Afrika. 

Uganda’da Marburg virüsü var, kanamalı kırım hastalığına benziyor. Ebola gibi. Şimdilik bir kişinin öldüğü bildiriliyor, ancak bu hastalığın tek kişiyle kalmadığı biliniyor. Bir ölüm varsa, virüs hayli yayılmış demek. Uganda çok uzak değil. Uçakla Frankfurt 8 saat. Yemen’de kolera var. Yemen-Suudi sınırında her noktada tel örgü ve mayın yok. 

Bu durumlar, küresel terör gibi izlenmesi gereken durumlar. Risk nerede, bize nasıl gelir? Teröristin sınır aşması gibi, hastalık da sınır aşıyor. Tek bir terörist nasıl tahribat yaparsa, tek bir hasta da büyük tahribat yapıyor. 

Hastalığın kaynağı insan değil ki!

Salgın hastalık aynı zamanda ırkçı ve ayrımcı bir durum... Hastalığın duyulmasıyla o ülke insanını toptan suçlamak, aşağılamak gibi ırkçı alışkanlıklar, salgın hastalıklarda öne çıkıyor. Ülkeler, salgının görüldüğü ülkeye tavır alıyor. Salgın hastalıkta ırkçılık tavan yapıyor. ‘Hasta nüfuslar’ toptan ırkçı önyargıya feda ediliyor. 

Ama hastalıklar her zaman o coğrafya insanının suçu değil. 

Hastalıkların yüzde 60’ı uzak doğal ortamlardan başlıyor. Zoonose denen ve hayvana bulaşan virüs doğada, ormanların derinliğinde, dağların kırların köşesinde gelişiyor ürüyor. Sonra yabani hayvana atlıyor. Ya da virüs yabani hayvanlarda gelişiyor ve o zaman yol kısalıyor. Virüsün yabani hayvandan insan ortamına gelmesi, bir macera filmi gibi. Uzman diyor ki: Hasta bir kuşu vuran avcı… Avlanan, kesilen hayvan… Zincirleme bulaşarak kırdan kent faresine uzanan virüs... Vahşi hayvanın kirlettiği sudan içen çiftlik hayvanı... 

Virüs vahşi hayvanlarda başladığı zaman, oradan insana gelmesi için çok karmaşık bir süreç gerekmiyor. 

Afrika’da çok büyük hasar yaratan ve hala korkutucu olan SARS’ın bir yarasadan çıktığı sanılıyor. Yarasalar, dünyanın çoğu hastalığının kaynak topluluğu. Bir arada yaşıyorlar, yuvaları verimli bir virüs gelişim ortamı. Ayrıca göç edip, bir yarasa topluluğundan diğerine gitme alışkanlıkları var. Uçarak ve diğer hayvanlarla temasa geçerek doğada hastalığı çok kolay yayıyorlar. Yarasadan başlayan hastalığın çiftlik hayvanına, oradan insana geçmesi yalnızca zaman meselesi... Ve yarasa doğal denge için gerekli bir hayvan, hepsini yok etmek çare değil.