Terör ve medya

İletişimin en kaba tarifinde üç öğe sabittir. Kaynak, mesaj ve hedef kitle. Kaynaktan çıkan mesajın hedef kitleye ulaşmasında devreye giren aracın medya olmasıyla birlikte, o mesaj binlerce/milyonlarca kez çoğaltılmış olur. Medyanın pozisyonu ve elinde tuttuğu büyüteci nasıl kullandığı önem taşır o yüzden.

Medya, haber alma-verme ve düşünceyi ifade etme gibi hak ve özgürlükleri kamu yararı adına kullanır. Gazeteciliği meşru kılan şeydir toplumun bilgi alma ihtiyacını karşılamak. Öte yandan insanların yaşama hakkı başta olmak üzere güvenliğiyle ilgili haklara saygı gösterirken de uyması gereken kriter kamu yararıdır.

Toplumun huzurunu bozan, istisnasız herkesi, hayat hakkı başta olmak üzere hak ve özgürlüklerinden mahrum etmekle tehdit eden şeyin (savaşlardan sonra) terör olduğuna şüphe yok.

Terör tam da bu tesadüfü ölümün korkutuculuğundan beslenir. Ek olarak terörün amacına en fazla hizmet eden şey; terör saldırısında belki yanarak, belki parçalanarak feci şekilde hayatını kaybeden insanların görüntüsünün medya tarafından olabildiğince çok sayıda insana ulaştırılması ve şiddetin amaçladığı dehşet duygusunun tüm topluma hızla yayılmasıdır.

Terör örgütleri için, patlattığı bombanın kaç kişiyi öldürdüğü değildir öncelikli olan. Medyanın, terörün PR’ını yapıp yapmadığıdır. Terör örgütlerinin bir eylem planlarken kurduğu denklemde medya da vardır o yüzden. Büyüteç olarak hesaba katılmıştır.

Dikkat ederseniz Türkiye’deki son üç büyük terör eylemi de medyanın hazır bulunduğu, hatta kameraların kayıtta olduğu alanlarda zamanlarda yapıldı. Cep telefonlarının herkesi muhabir kıldığı bir çağda ayrıca medya mensubuna ihtiyaç olmasa da hiçbir terör örgütü medyanın profesyonel desteği olmadan istediği sonucu alamaz.

Saldırının korkunçluğu, yaşanan dehşet duygusu, korku ve çaresizlik hali televizyonlara yansıdığı anda terör örgütü tek bombayla 78 milyon insanı vurmuş demektir.

Terörün medyaya profesyonel görüntü sunduğu bir zamanı yaşıyoruz. DAEŞ/IŞİD’in kafa kesme gibi ilkel cinayetlerini bile son derece gelişmiş çekim-kurgu teknikleriyle klip haline getirip konvansiyonel medyaya sunduğunu hatırlamakta fayda var burada

Peki, teröristler PR istiyor diye gazeteciler terör saldırılarıyla ilgili hiç mi haber yapmayacak?

Olması gerekene dair bir fikir, bir mevzuat, müktesebat oluşmuş durumda aslında. ABD’de, İngiltere’de, Avrupa Konseyi’nde konu terörün amacı ve medyanın sorumluluğu bağlamında ele alınıyor. 11 Eylül saldırılarında 3 bin insanın hayatını kaybetmesine rağmen tek feci fotoğrafın bile yayınlanmamış olması ya da birer yıl arayla Madrid ve Londra metrolarında patlatılan bombalarla hayatını kaybeden 300’e yakın insanın hakkına girilmemiş olması bunun somut göstergeleri. Türkiye’de de terör ve medya konusunu dünyadaki gibi aynı mantıkla düzenleyen 3984 sayılı bir kanun var.

Burada belirleyici olan iki nokta var aslında. İlki, yukarıda açtığım gibi medyanın terörün amacına hizmet edip etmediği meselesi. İkincisi ise terör kurbanı kişilerin hakları, yakınlarının duyguları. Yani bir saygı meselesi.

Herkes için olduğu gibi teröre kurban gidenler için de ölüm anı mahremdir. Ölen kişi kadar, yakınlarının bir de bu feci görüntülerle baş etmek zorunda kalmaması için ince düşünülmelidir. 

Eğer bu saygı ve terör dikkati, medya kuruluşlarında kendiliğinden gelişmiyor ise yayın yasağı kamu adına bir haktır. Ankara’daki saldırıda bir kez daha gördük ki ne medya buna dikkat ediyor, ne yasa vakitlice uygulanıyor. Öyle ki yayın yasağı geldiğinde olayın üzerinden 5 saat 35 dakika geçmişti ve olan olmuştu.

Oysa kriz anlarında hem en hızlı şekilde yayın yasağına karar vermek, ama hem de medya kuruluşları aracılığıyla kamuoyuna düzenli ve doğru bilgi vererek haber ihtiyacını karşılamak ve manipülasyona geçit vermemek bir zarurettir. Terörle mücadele kapsamında eksik olduğumuz konulardan biri de bu ne yazık ki.