‘Terörü ve teröristleri bozguna uğratmak şart'; amma..

Terör, 'bir fert veya kitle'ye/ topluma; korku ve dehşet salarak, gerçekte kabul edemiyeceği konuları, 'Başka çaremiz yok!' diye, kabul ve teslim olmaya zorlayan eylemlere verilen isimdir.

Ankara'nın 40 km. uzağındaki 'Kahraman Kazan' nahiyesinde bulunduğu bildirilen 'Türkiye Havacılık ve Uzay Sanayii Merkezi'ne 23 Ekim günü iki terör eylemcisinin yaptığı saldırının toplumumuza yaşattığı acılar bir tarafa; zaaflarımızı göstermesi açısından verdiği derslerin iyi düşünülmesi, anlaşılması gerekiyor.

Evet, 5 kurban ve 20 kadar yaralı.. 1'i kadın olan ve bayağı eğitimli oldukları anlaşılan 2 eylemci de, sonunda, yakalanacaklarını anlayınca çılgınca bir kararla kendilerini patlatarak öldürmüşler.. Ancak, onların hedefleri sadece zarar vermek idiyse, en büyük zararı kendilerine vermiş olacaklarını idrakten de yoksun olacak kadar kör bir nefret ve düşmanlık duygusunun kölesi olmuşlar, demek ki..

*

TUSAŞ'a yapılan saldırıya geçmeden önce, hemen başta söyleyeyim, bütün dünyada bu gibi hassas merkezlerin uzak çevresi bile 'askerî bölge' olarak işaretlenir ve her yerde, o civarda fotoğraf çekiminin yasak olduğuna dair tabelâlar bulunur. Elbette günümüz teknolojisinde uydulardan çekilen fotoğraflar da bu gizliliği geçersiz hale getiriyor

Kaldı ki, bu gibi hassas yerler, günümüzde, 'drone, İHA ve SİHA' gibi çok sâde, ama, çok etkili basit silahlarla vurulabildiğine göre, tedbirlerimizin ne kadar sığ olduğu da, ayrı bir konu..

Ayrıca, bu gibi hassas merkezlere girişte bir 'dış kuşak savunma sistemi' ve içerde de bir kaç tane 'iç kuşak savunma sistemleri'nin olduğu bilinirken.. Nasıl, bir takım silahlı kişiler taa içeriye dalarlar?

Bir TV. yorumcusu, dün, resmî binaların girişlerindeki 'koruma' ve sair güvenlik personelinin pek çoğunun, devamlı ellerindeki cep telefonlarıyla meşgul olduklarını dile getirdi ki, el'Hakk, doğru bir tespit.. Nitekim, geçenlerde, bir polisin, koruma olarak bulunduğu yerde, elindeki telefonla meşgulken; arkadan gelen bir kişinin bıçaklı saldırısına uğradığı kameralara yansımıştı.. TUSAŞ'ta da mı böyle bir durum oldu yoksa?

*

Bir diğer konu ise..

Bu saldırıdan sonra yapılan TV. programlarında, 'Kahraman Kazan'daki TUSAŞ tesislerinin havadan çekilmiş fotoğrafları saatlerce gösterildi ekranlarda.. O tesislerin yerinin o kadar dakîk şekilde gösterilmesi bile yanlıştı.. (Unutulmasın ki, Siyonist İsrail rejiminin nükleer tesislerinin, bir 'süt fabrikası'nın veya büyük bir 'hurda otomobiller alanı'nın altında olduğu söylenir..

Hitler Almanya'sınınLondra'yı vuran pilotsuz uçaklarının kuzeyde Lübeck civarında, deniz dibinde tesis olunmuş 'Penemünde' sanayi şehrinde yapıldığının ve roketlerin ve füze tekniğinin babası diye anılan 33 yaşındaki mühendis 'Wernher Von Braun'ın orada karargâh kurduğunun, ancak savaş bittikten sonra anlaşıldığı hatırlanmalıdır).

*

Böyleyken, bu mekânların fotoğraflarının saatlerce ve en geniş şekilde pek çok ekranda yayınlanmasına nasıl yasak getirilmez? Hattâ MİT veya diğer istihbarat kurumları ve hakezâ, saatlerce yorum yapanlar da mı akıl edemediler, bu konuyu?

Onlar ki, İran'ın içerde uğradığı, sonra da HAMAS ve Hizbullah'ın Filistin ve Lübnan'daki merkezlerine yönelik Siyonist suikastlarına alaycı bir dille yaklaşıp, 'Bizde böyle gerzeklikler olmaz..' diye yorumlar yaparlarken, çok ağır bir sille yedik ve o muazzam TUSAŞ tesislerinin Nizamiye kapısına kadar gelen iki terörist tesislerin içine doğru ilerleyebildiler..

Bu arada, bir TV. kanalında yorumcu olarak arz-ı endam eden yorumcu kişilerin, ihtimaller ifade edilirken, her şeyin arkasında İsrail'in bulunduğu ihtimalini abartılı görmeleri ve 'İsrail bize saldıramaz, ümüğünü sıkarız..' gibi 'kahramanlık' nutukları çekmeleri ve meselenin İsrail değil, bir Haçlı emperyalizminin olduğunu düşünememeleri ve Abdulkadir Selvi'nin itirazlarını hafife almaya çalışmaları da ilginçti..

*

Bu saldırının, tam da, Rusya Federasyonu'nun Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan şehrinde yapılan ve dünya nüfusunun yüzde 45'ine yakın bir kesimini ekonomik şemsiyesi altında tutan 'BRICS Toplantısı'na Türkiye'nin de üye olarak kabul edilmesi süreci gereği, Başkan Erdoğan'ın da orada olduğu güne rastlatılması arasında bir illiyet bağı elbette düşünülmelidir.. Çünkü, Türkiye'nin, (Brezilya, Rusya, İndia/Hindistan , Çin ve Güney Afrika ülkelerinin İngilizce yazılışını baş harflerinden oluşan ve şimdi, 11 ülkeye ulaşan) 'BRICS' gibi büyük bir uluslararası kuruluşa yönelmesi, 200 yıllık 'Batı'lı olmak heves ve siyasetleri'ne 'elvedâ' demek mânâsına da gelebilirdi..

Ortadoğu'nun 100 yıl öncelerde kanla çizilen sınırlarının bugün emperial güç odaklarının isteklerine cevap vermeye yetmediğinden, yeniden düzenlenmek istenmesi de konunun bir başta yönü..

*

SİİRT'TEKİ 'GAZZE DUYARLILIĞI'NDAN, SON BİR-KAÇ NOT..'

Siirt'te Gazze konusunda yapılan ve 4 gün süren ve binlerce öğrencinin de dikkatle takip ettikleri etkinlikle ilgi notların bir kısmını 23 Ekim Çarşamba günkü yazımın ilk kısmında aktarmış ve devamını da bu güne bırakmıştım. Ama, görüldüğü üzere, asıl yazıyı, ülke gündemini derinden sarsan 'TUSAŞ Saldırısı' yüzünden, bugün, 'Siirt'teki Gazze duyarlılığı' konusunu kısa notlar halinde bitirmeye çalışayım..

*

Bu toplantıda, medya ve sinema dünyasının Gazze ve bütünüyle Filistin ve hattâ Müslüman Dünyası'ndaki meselelere nasıl meselesine nasıl baktığı konusu çeşitli konuşmacılar tarafından etraflıca anlatıldı..

Bu konuşmaların her birisini uzun uzun anlatmaya imkân yok.. Ama, Filistin ve hele de Gazze'deki korkunç barbarlığın dünyaya medya ve sinema aracılığıyla nasıl yansıtıldığına dair ilginç tespitler yapıldı.. Emperyal güç odaklarının elindeki medya organlarındaki haberlerde, Filistinlilerin, 'öldüğü'nden veya 'bir teröriste ait olduğu' sanılan' bir cesed'den bahsedilirken; Siyonist Yahudiler'in ise 'öldürüldüğü'nü vurgulayan bir dil kullanıldığına dikkat çekilmesi ilginçti. Yani, Filistinliler hep katledilen değil, ölen; Siyonist Yahudiler söz konusu olunca ise, onlar hep 'katledilenler' oluyordu..

Bir hanım konuşmacı, 'Bizden dilimiz almışlar, öfkemizi törpülemişler, vicdanlarımız zayıflatılmış.. Gelişmeleri emperyal odakların istediği gibi değerlendiriyoruz.. Filmlerde Amerikalı hep Rambo idi, güçlü ve haklı, cesur, insanî..

Onları seyrederken Vietnam Savaşı'nda Amerika'nın yendiğini sanıyorduk.. Onlar bize gerçekleri bir film gibi, filmleri ise bir gerçek gibi sundular ve onların önemsediklerini önemsememiz gerektiğini öğrettiler, onlara karşı öfkelenmeye ihtiyacımız var..' diyordu..

Ama, aykırı konuşmalar da olmadı değil.. Nitekim, bir konuşmacı, 'film yapımlarında maddî yardım yapılmadığından zayıf kalındığını' dile getirirken, 'Câmi yapmak yerine sinema filmi yapımlı alım..' gibi abuk-sabuk laflar etti.. Film yapımcısı olduğu söylenen bir kişi ise, ' öğretim üyeleriyle, öğrencilerin birlikte yemek yedikleri salonda, yemek esnasında , 'İslam'ı Arap dini olmaktan çıkarmalıyız..' diye konuşup bu sözü birkaç kez tekrarlayınca, 'Beyefendi, İslam Arap dini değildir, bütün insanlığa gelmiştir ve Kur'an, Hz. Peygamber'in muhatabı olan toplum Arap dili konuştuğu için Arapça nazil olmuştur, Ku'ran'da bu husus sarih olarak belirtildiği üzere, başka dillerde de nazil olabilirdi..' dediğimizde, 'Yanlış anlaşıldım..' gibi laflara sığınmayı tercih etti..

Sami Arabiyat isimli bir konuşmacı ise, 'Emperyalistlerin en büyük başarısının, bize, bir Ümmet olduğumuzu unutturmuş olması', olduğuna dikkat çekiyordu.

Evet, genel olarak, faydalı bir toplantı olduğunu söyleyebilirim.

*