
Suriye hükümetinin terör örgütü PKK/PYD/SDG'ye ilettiği son entegrasyon teklifi, sahadaki güç mücadelesini iyice görünür hâle getirdi.
SDG'nin teklifi "Türk şartlarıyla orduya bağlanma" şeklinde okuması, yıllardır ABD'nin gölgesine sığınarak kurdukları yapının hızla daraldığının açık işareti. Bugün savundukları düzen, Kürtlerin güvenliği değil; Washington–Tel Aviv ekseninin bölgesel hesaplarının taşeronluğuna dönüşmüş bir mekanizma. Bugün ABD'nin çekilme senaryolarını da not edeyim.
Ankara'nın yaklaşımı net:
Silahlı güç devlette toplanır.
Komuta yabancı merkezlere bağlı kadrolara bırakılamaz.
Entegrasyon örgüt pazarlığıyla değil, birey üzerinden yürür.
Suriye hükümeti de SDG'nin dayattığı sözde 70 komutanı reddetti. Listenin neredeyse tamamı ABD-İsrail çizgisinin sahayı dizayn etme girişiminin uzantısıydı.
Kaldı ki PYD/YPG'nin amacı, Suriye ordusuna dâhil olmak değil; dış merkezlerle bağlantılı paralel bir güvenlik hiyerarşisi taşımaktı.
Örgütün son dönemde hızla İsrail hattına yaklaşması da bu eğilimin devamı. Güneyde Dürzi hareketi Tel Aviv desteğiyle fiilî bir bölge kurarken, SDG'nin "uluslararası koruma", "federal statü", "kalıcı özerklik" söylemleri aynı aklın farklı yüzleri.
Bu tabloya Barzani çizgisinin İsrail tonuyla konuşması eklenince resim tamamlanıyor. "PKK/PYD silah bırakmasın" çağrıları bölge halkının değil; emperyalist merkezlerin çıkarlarının yansıması. Oysa büyük güçlerle ilişkilerin acısını en çok bu aile çekmişti:
1975'te Mossad ve CIA teşvikiyle güçlendirilen Barzani hareketi, İran–Irak anlaşmasıyla bir gecede terk edildi.
1991'de ABD'nin ayaklanma çağrısına güvenip sahaya indiler; Washington geri çekilince büyük bir insani kriz patladı.
2017'de referandum dış telkinlerle yürütüldü; dengeler bir gecede Erbil'in aleyhine döndü.
Bu hafızaya rağmen, alışkanlıklar değişmiyor, bulduğu yeni güce ram olmak onların tarihi itiyadı ne de olsa.
Türkiye içinde DEM'in sürdürdüğü "zaman kazanma" stratejisi de bu tablonun başka bir yüzü. Ne dedik? Örgütlerin en önemli özelliklerinden biri zaman kazanarak mevziyi genişletmek. DEM de nihayetinde örgüt refleksi gösteren bir yapı. Onu aşması mümkün mü? Geldiğimiz noktada Bese Hozat'ın açıklamasından heyecanlanmadıklarını kim söyleyebilir.
Tam bu noktada, Kültür Medeniyet Vakfı'nın Araştırmacı Hüseyin Faruk Şimşek'e hazırlattığı "Suriye'de Devlet Dışı Silahlı Aktörlerin Entegrasyonu" başlıklı rapordan bahsetmek istiyorum.
Hasseten saha üzerine yaptığı çalışmalarını bildiğim Şimşek raporda, Suriye'de sürdürülebilir düzenin ancak üç temel unsurla mümkün olacağını söylüyor:
Dış müdahalelerin kesilmesi,
Silahlı gücün tek merkezde toplanması,
Ve devlet dışı yapıların askeri kapasitesinin hızla eritilmesi.
Raporda özellikle şu vurgu öne çıkıyor: PYD/YPG'nin siyasi aklı ve Dürzi hareketinin dış bağlantıları, Suriye'nin ulusal bütünlüğüne katkı sunmuyor; aksine parçalanmayı derinleştiriyor. SDG'nin bugün "blok hâlinde orduya girme" talebi de bu gerçeğin pratik yansıması. Amaç, Suriye'nin yeni güvenlik mimarisine katılmak değil; dış güçlerin desteğiyle var olan hiyerarşiyi başka bir forma taşımak.
Hasılı; sahada ne isim değiştirseler ne yeni efendiler bulsalar fark etmiyor. PKK/PYD/YPG dediğimiz yapı, dış aklın elinde büyütülmüş bir terör aparatından başka bir şey değil. Suriye'nin de, bölgenin de, Türkiye'nin de kalıcı istikrarı ancak bu taşeron şebekenin bütün kapasitesiyle tasfiye edilmesi, silahlı varlığının kökünden sökülmesi ve tarihin çöplüğüne gönderilmesiyle mümkün. Ankara'nın kararlılığı da bölgenin gerçekliği de bunu zorunlu kılıyor.