Terörün yıkıcı siyaseti

Türkiye terörün hemen her biçimine maruz kalmış durumda. Bir yandan birçok başka ülkede yaşandığı gibi büyük kentlerde sivillere yönelik intihar saldırıları yapılıyor, öte yandan mahalleleri fethetme derdine düşen terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşanıyor.

Dünya, kentlerde yaşananları tanıdığı için taziyelerini bu eylemlerden sonra bildiriyor; diğerini ise muhtemelen daha çok bir tür iç savaş gibi gördüğünden üzüntü bildirme ihtiyacı duymuyor.

Bu eş zamanlı, farklı hedefleri ve yöntemleri bulunan iki ayrı yapının eylemleri, nihai olarak Türkiye’ye benzer zararlar veriyor. Eylemlerin ortak sonucu, Türkiye’deki kızgınlıkları artırması. İster PKK ister DAEŞ eylemi olsun, her birinin sonunda, hükümetin-devletin yanlış-yanlı kararları ya da ihmalleri üzerine genel bir ruh hali ortaya çıksın isteniyor. İhmal ya da yanlışlar gayet tabi siyaseten tartışılabilir konulardır. Ancak sorun, bunun terör eylemleri sürerken yapılmasında. Zira söz konusu ruh hali, terörle mücadeleyi en fazla zaafa uğratacak özelliktir. Toplumun terörle mücadeleye güveni azalırsa, devlete de güveni azalır ve böylece teröristler insan öldürmeden de amacına ulaşır.

İçeride sınırlama siyaseti

Farklı terör eylemlerinin yarattığı bir diğer ortak sonuç ise devletin terörle mücadele önlemlerini artırmasını ve güvenlik kaygısının özgürlüklerin tamamen önüne geçmesini sağlamaktır. Bu, şiddet ortamında demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerinin ötelenmesini teşvik etmek demektir.

Demokrasi ile temel hak ve özgürlüklerin ötelenmesi baskısı ise devletlere hata yaptırma amacı taşır. Terör, devletin demokrasiden uzaklaştığını delillendirecek olayları teşvik eder; devletin hata yapması için adeta davetiye çıkarır. Bunlar, bugün terörle mücadele eden bir devletin yarın önüne siyasi bariyerler konmasına yol açabilecek hatalardır. Teröre maruz kalan bir devlet, demokrasi, hukuk devleti ve temel haklar konusunda hata yapmasa bile, en azından bu alanların geliştirilmesi konusunda adım atmakta zorlanır.

Türkiye’nin maruz kaldığı saldırıların bir yandan yeni Anayasa yapım sürecine zarar verdiği, diğer taraftan AB ile müzakerelerde elini zayıflatan uygulamaların ortaya çıkmasına yol açtığı söylenebilir. Terör, bir yandan ileri demokrasi adına adım atılmasına ket vururken, öte yandan ileri demokrasi olmamasını en temel eleştiri konusu haline getirir.

Dışarıda sınırlama siyaseti

Eylemlerin bir diğer ortak sonucu ise örgütlerin arkasında bir dizi devletin olduğunun düşünülmesini sağlamaktır. Dış düşmanlar sendromu yaygınlaştıkça, başka devlet ve halklara karşı güvensizliğin artması ve ülkenin dış ilişkilerinin de zayıflaması beklenir. Eğer teröre maruz kalan devletin dış ilişkileri güvensizlik nedeniyle bozulmaya başlarsa, bu sefer de neden bozuldu diye eleştiri konusu yapılır.

Bugün Türkiye’de yeniden “üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrili” anlayışını körükleyen bir baskı olduğu açık. Dış dünyaya yönelik artan şüphecilik, içe kapanmayı teşvik ediyor. Türkiye’nin ittifaklarına, ikili ilişkilerine, ticaret ve yatırımlarına zarar veriyor. Oysa Türkiye’de toplum ülkesinin küresel bir değer, bölgesel bir güç olmasını istiyor.

Terör eylemlerinin vermeye çalıştığı zararı ortadan kaldırmanın dinamikleri ülke içinde; bunları harekete geçirmek de hiç zor değil. Bu iradeyi yurttaşlar olarak bizler yapmazsak, ülkede terörü bir günde bitirmeye talip “kurtarıcılar” ile daha sonra uzun soluklu bir mücadeleye girmek zorunda kalabiliriz.