Tertemiz ve naif eylemcileriniz ‘idam’ çığlıkları atıyor

Efendim, hiç kimse sağa sola çekmesinmiş, eylem gayet temizmiş, eylemciler de “tertemiz ve naif insanlar”mış...

Böyle diyor Doğan Medya Grubu’nun memuru...

Tertemiz ve naif eylemciler “O... Ç... T...” diye pankart açıyor.

Tertemiz ve naif eylemciler üçüncü köprüye isim buluyor... (Bu ismi burada tekrarlamak istemiyorum. Hayatımda duyduğum en iğrenç, en aşağılık, en şerefsiz küfür...)

Tertemiz ve naif eylemciler AK Parti binalarını ateşe veriyor.

Tertemiz ve naif eylemciler “Atatürk masklarıyla” molotof kokteyl atıyor.

Tertemiz ve naif eylemciler otobüs duraklarını parçalıyor, ambulansları deviriyor, belediye otobüslerini yakıyor, iş makinalarını çalışamaz hale getiriyor.

Tertemiz ve naif eylemciler “Mollalar İran’a” diye bağırıyor.

Tertemiz ve naif eylemciler kaldırımlardaki ağaçları söküyor.

Tertemiz ve naif eylemciler “10. Yıl Marşı” eşliğinde sokaklarda terör estiriyor.

Tertemiz ve naif eylemciler İzmir’de sabah namazına giden insanları taciz ediyor.

Tertemiz ve naif eylemciler Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisine saldırıyor.

Tertemiz ve naif eylemciler “Ah, 28 Şubat” diye sayıklıyor.

Bu “tertemiz ve naif” taifesinden biri, R. Kutlutan adlı bir mimar akademisyen, internetten şu mesajı gönderiyor: “Derhal silahlı darbe olmalı. Bunlar Yassıada’da faşizmden ve din devleti kurmaktan idam edilmeli. Menderes de hak etmişti...”

Efendim, medya yoğun baskı altındaymış... Eylemleri duyurmakta mütereddit davranıyormuş.

Kaç gündür ekranlardan yakılan sokakları, gaz bombasından kaçan insanları, “devrim” diye bağıran göstericileri izliyoruz.

Dün gece, “yoğun baskı altındaki televizyon kanallarında” şöyle bir gezindim...

Romancı Ahmet Ümit, “Bu olaylar bana gençliğimi hatırlattı” diyordu... Nazım Hikmet ve Deniz Gezmiş “yollarını” aydınlatmaya” devam ediyormuş...

Banu Güven, “Bu bir devrim” diyordu...

Ece Temelkuran yüzünde güller açarak, “Evet, devrim” diye tekrarlıyordu.

Banu Güven, daha bir güvenle atılıyordu: “Halk hareketi bu... Devrime gidecek bir halk hareketi.”

Ece Temekuran coştukça coşuyordu: “Devrim diyebilir miyiz Banu? İçimde devrim demek geçiyor...”

Banu Güven, “Benim de içimden devrim demek geçiyor” diyerek bu coşkuya coşku katıyordu.

Özgür Mumcu, “Böyle giderse, birkaç daha belediye otobüsü daha yanar...” diyordu.

Banu Güven telaşla düzeltmeye çalışıyordu: “Yine de böyle demeyelim. Hani ne bileyim...”

Özgür Mumcu yaptığı hatanın farkına varıp durumu toparlamaya çalışıyordu: “Bunu demek istemiyorum ama ne yazık ki böyle şeyler oluyor.”

Derken Harun Tekin diye biri kafa çıkarıyordu: “Bakın... Burada hiç şiddet yok. Bakın, bakın...”

Ece Temelkuran atılıyordu: “İşte efendim, Başbakan çapulcular dediği için...”

Ece Temelkuran, üslubundan yakındığı adama edilen küfürleri görmüyordu... “O... Ç... T...” pankartlarına hiç bakmıyordu. Saldırıya uğrayan hemcinsiyle empati kurmayı hiç aklına getirmiyordu.

Ne diyordu Kemal Bey? “Devrimde olur böyle şeyler.”

Devrim’de neler olmuyordu ki?

Dersim halkı topyekûn katliama uğruyordu. İstiklal Mahkemeleri salkım salkım muhalif sallandırıyordu. Sokaklarda insanlar öldürülüyordu.

Devrimde her melanet meşrudur.

Dolayısıyla, Ece Temelkuran gibilerin riyasetinde başörtülülere küfredilebilir, “idam” çığlıkları atılabilir...