Teslim ol!

Milli gelirimiz son on yılda 240 milyar liradan 1 trilyon 300 milyar liraya yükseldi.

Bugün geliri artanlara sorun bakalım refahları da artmış mı? Veya gelir artışı ile refah artışı aynı oranda mı?

Elbette gelir artışı objektif-fiziki ölçülebilir olgu iken, refah artışı somut ölçümle elde edilemez. Fakat refah artışını da ölçeceğimiz somut sonuçları bulunmaktadır.

Mesela şirketler müşterilerine hala velinimet gözü ile mi bakıyor; yoksa ganimet gözü ile mi bakıyor. Veya eskiden ibadet olan çalışma hayatına bugün işkence gözü ile neden bakılıyor.

Her gün iş kazalarında ölen insanlar acaba kendilerini öldürmeye bu kadar heveslimidir. Ya da her alış-verişte sonu işkenceye kadar giden iş ilişkileri hangi ihtiyacın karşılanmasıdır.

Kazanmak bir işkence-harcamak ayrı bir işkence 

Rant kazancını burada ayrı tutalım: İki kesim rant kazancında köşeyi döndü: İnşaatçılar ve bankacılar.

Bankacılık sektörü faiz makasını korudu. Hatta faizin yanına masraf, komisyon, ücret gibi ana isimli ama detayı isimsiz bi sürü gelir kalemi ekledi.

İnşaat sektörü ise zaruri konut ihtiyacından maksimum karı çıkartmasını bildi.

İki kardeş sektör adeta birleşti ve birbirini tamamlar oldu.

Bankaları kanunlarla koruduk. İşlemleri zaruri bankalardan yapar olduk; ama bankaları yazamaz olduk. Yazmak kanunen yasak oldu.

BDDK’nın yeni Başkanı da koltuğa otururken vatandaşı düşünüp “bakacağız” dedi; sonra “abartmayın” noktasına erişti.

Zaten Ticaret Bakanı özellikle bankaları zorlayacak yeni tüketici hakları yasasını da bir türlü yasallaştıramıyor. Şirketler güçlerini yeni TTK’da göstermişti. Şirketlerin mutluluk odağı artık çalışanı değil, müşterisi değil, küçük ortağı hiç değil: Günümüzde şirketlerin mutluluk ortağı bankalar ve patronlardan başkası hiç değil.

Bankanı ve patronunu mutlu et; yeter.

Bu düzen dünyada yıkılıyor. “Yüzde 1 için yüzde 99’a hayır” diyerek ABD sokakları dolmuştu. Avrupa’da ise krizle beraber banka yolsuzlukları ayyuka çıkıyor. Libor+ faiz piyasası bile libor+yolsuzluk piyasası oluverdi.

Hileli kazançlar karları şişiriyordu. Enron ders olmadı.

Lehman bile batarken CEO’ları jet gezisindeydi. 

***

İyi ama bu düzen Türkiye’de farklı mı?

O kadar ilerlemedik ama aynı yolda hızla ilerlediğimizi kimse inkar edemez. 1980’lerde yüzde 60 ekonomik büyümeyi yüzde 100 büyüyen sanayi sürüklüyordu. Oysa son on yılda aynı büyümeyi yüzde 100 büyüyen bankacılık sektörü besliyor.

Artık ekonomide merkezi güç sanayi olmaktan çıktı. Bankalar ile büyüyoruz, bankalara bağlanıyoruz. Aracı sektör ise inşaat. Tıpkı 10 yıl önceki İspanya gibi.

Evrimleşen arz iktisadı bizi bu noktaya taşıyor. 

80’lerde 'özel girişimciyi destekle ki ekonomi büyüsün' düşüncesi, artık 'mali sektörü destekle ki rant büyüsün' noktasına erişti. Borsacılık gibi, havadan kazanmak gibi hayallerle beslenen yolsuzluk-dolandırıcılık ekonomisi gelişti, serpildi.

***

Bir ürün alıyorsun ki karşılığı yok; belki de servisi yok. Yok yok çağrıda da kimse yok. Var da cevap veren yok;  çok meşguller.

TUİK hesaplıyor ya gelir artıyor diye. İyi ama hesaba katılmayan gider artışlarına da bakmak gerekmiyor mu? Eskiden bireysel refahımız için harcadığımız paralar, artık şirketlerin refahı için harcanıyor.

Okul için internet, banka için ücret, belediye için park, medya için abonelik bunlardan sadece birkaçı.

Gazetelere bakıyorsun şirket haberlerinden geçilmiyor. Sanırsınız ki muhteşem ülke, müreffeh bir hayat. Yatlar-katlar her yerde. Özel muhabirler, haberler kırla. Ama bunlar yukarıdakilere

Altta kalanın canı çıksın derler ya

Çıkıyor da.

Maden ocaklarında kazalar, ölümler, inşaatlarda düşmeler, cenazeler. Göldeki santral işçilerinin çırpınışları, elektrik kablosunda can çekişen çocuklar.

Bütün bunların sonucu

Kamu girişimi tank yapıyor, İHA yapıyor, savaş uçağı yapıyor.

Özel sektör ise daha bir otomobil yapamıyor.

Ama çok iyi reklam yapıyor.

Kimi parasını alıyor; kimi havasını seyrediyor.

Düzen böyle kurulmuş; direnen eleniyor - teslim olan besleniyor.